Yunus Emre

Yunus Emre

 

Yunus Emre
Yunus Emre heykeli
Türkmenistan‘da yer alan Yunus Emre heykeli
Tam adı Yunus Emre
Doğumu 1240?
Orta Anadolu
Ölümü 1321?

Yunus-Emre-Çeşmesi Viyana´ninTürkenschanzpark parkında bulunmaktadır.

Yunus Emre (1240 – 1321), Anadolu‘da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf bir halk şairidir. Büyük bir Türk düşünürüdür.

Konu başlıkları

Hayatı

Hayatı ve şahsiyeti üzerine pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti‘nin dağılmaya ve Anadolu‘nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri‘nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği‘nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir. Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğü’nün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. YY’ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlâkla ilgili düşüncelerini, İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, “Risalet-ün Nushiyye” adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;

Söze târîh yedi yüz yediydi
Yûnus cânı bu yolda fidîyidi.

Beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 13078) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi’nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:

Vefât-ı Yûnus Emre
Müddet-i ‘Ömr 82
Sene 720

Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-?) yılında ölmüştür.

Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir‘in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre‘nin dervişidir. Hacı Bektaş ile ilgisi Vilayetname’den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam‘a gittiği, Mevlana’yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır. İşlediği konularla Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi. Hece ve aruzla vezinleriyle yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah’la olan ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağının düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran şairlerinin, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi. Kendisi tekke şiirinin Anadolu’daki ilk temsilcilerindendir…

Fikrî ve Edebî Şahsiyeti

Büyükçekmece, Istanbul‘daki heykeli.

Yunus Emre, halk diliyle yazılan tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Orta Asya’da Ahmed Yesevi ile başlayan tasavvuf şiiri; Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüz yılı aşan bir gelişimden sonra, en üstün seviyesine Yunus Emre’de varmıştır. Yunus’un duygu ve düşünce âlemini hazırlayan kültürün kaynağında İslam tasavvufu vardır. Yunus’un bilgi ve düşünce âleminde, Onun yaratılış, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında duygulu ve hummalı zihin yoruşları vardır ki aynı irfan kaynağından beslenir. Yunus, insan olan herkese karşı; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmayan, engin sevgiyle bağlıdır. Ondaki insan sevgisi, insan’da Allah’tan bir parça, bir cevher bulunduğu inancındandır. Yunus, işte bu parçanın bütününe yani Allah’a âşıktır. O’nu gönlünde bilmenin heyecanındadır. Bu heyecanı, Musa Peygamber’in konuştuğu çoban kadar saf bir gönülle duyar; aynı saflıkla söyler. Yeryüzünde ömür boyu vatanından uzak kalmış bir insan hüznüyle Yunus’un Tanrı diyarına karşı sonsuz hasret duyması da bundandır. Yunus, ömrü boyunca böyle bir nostalji ile yanmış, şiirlerine bu yanmanın duygusunu yansıtmıştır. Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun, bazen rind ve her haliyle cana yakın bir derviştir. Yunus Emre’nin şiirlerinden ve menkıbelerinden insan hayalinde canlanan simasının belli başlı çizgileri bunlardır. Yunus; duymuş, düşünmüş, inanmış ve bütün bu duyuş, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur. İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meseleleri ile cennet, cehennem, sırat ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Şiirlerini, eskilerin, sehl-i mümteni dedikleri, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir.

Türbesi

200 TL banknotu üzerinde Yunus Emre portresi[1]

Yunus Emre’nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlar; Eskişehir‘in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman‘da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ili Ortaköy ilçesi’nde; Ünye; Kula‘da Emre köyü; Erzurum, Tuzcu(Dutçu) köyü; Isparta‘nın Gönen ilçesi; Afyon‘un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat‘ın Niksar ilçesinde ve Azerbaycan’da Şeki şehrinde de bulunmaktadır.

Ayrıca, mutasavvıf Niyazi Mısri de Yunus Emre’nin mezarının (veya makamının) Limni Adası‘nda bulunduğunu ifade etmiştir. Mezarı konusundaki tartışma, Karaman ve Eskişehir‘deki türbeler üzerine yoğunlaşmışsa da, Hacı Bektaş ile ilgili menkıbe düşünüldüğünde Eskişehir Sarıköydeki türbenin asıl Yunus Emre türbesi olduğu düşünülebilir.

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Karaman ile ilgili olarak “Kirişçi Baba Camii avlusunda Yunus Emre Hazretlerinin merkadi bulunmaktadır” buyurulur. Eskişehir’de türbesi olduğu iddia edilen alanda, 1949 yılında türbe yapılması amaçlı yapılan kazılarda, 15 kişiye ait iskeletler bulunmuştur. Kazı yapılan alanda iskeletlerin yüzeye çok yakın bir noktada bulunması, bölgenin eski bir mezar yeri olduğu konusunda ciddi şüpheler uyandırmıştır. Yunus Emre’nin şiirlerinde bahsi geçen 23 yerleşim birimi isminden 20 tanesinin şu anda Karaman ili sınırları içerisinde bulunan köy, kasaba, ören yeri isimleri ile birebir aynı olması Yunus Emre’nin bugün Karaman olarak adlandırılan ilin sınırları içersindeki bölgede yaşadığı ve öldüğü varsayımını kuvvetlendirmektedir.

“Emre” sözcüğünün anlamı

Anadolu’da farklı halk ozanlarının, aşığın ve dervişin isminde yer alan Emre sözcüğünün (örneğin, Yunus Emre, Taptuk Emre) Türkçede “Âşık” anlamına geldiği dilbilim açısından kesinleşmiş durumdadır. Bu kelimenin İmre kavramı ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Türk-Moğol dil bütününde ilaç, ağız, dişilik, işaret bildiren (Am/Em/İm) kökünden türeyen Amramak/Emremek/İmremek fiili âşık olmak demektir ve Emre kelimesi de âşık manası[2] taşır. Amrağ/Amra/Emre dönüşümüne uğramıştır. Anadolu da “imremek” ve “imrenmek” fiilleri bir şeyi çok sevmek, gıpta etmek, aşırı istek duymak[3] manaları taşır.

Eserleri

Divan

Yunus Emre’nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsüyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Kahraman (Karaman?) nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî nüshası, Bursa nüshası diye nüsha (kopya)ları bulunmaktadır.

Risaletü’n – Nushiyye

1307’de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dinî, tasavvufî, ahlakî bir kitaptır. “Öğütler kitabı” anlamına gelmektedir.

Buhurizade Mustafa Itri

Buhurizade Mustafa Itri

 

Itri’nin portresi 100 TL‘lık banknotların arka yüzünde yer almaktadır.

Buhurizade Mustafa Itri (d. 1640, İstanbul – ö. 1712). Türk bestekârı.

17. yüzyıl büyük Türk bestekârı. Asıl adı Mustafa olup Itri mahlasıdır (takma ad). Çiçekçilik ve meyvecilikle uğraştığı için bu mahlası almış olduğu söylenir. Ustaları arasında Hâfız Post, Nasrullah Vakıf Halhali, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi, 17. yüzyıl bestecileri vardır. Çağının kaynakları mevlevi olduğunu göstermektedir. Mevlevi mukabelesinde okunan bir Segah ayin bestelemiş olduğundan bu rivayetlerde haklılık payı olabileceği düşünülmektedir.

Hayatı müddetince birçok padişah ve devlet adamından himaye görmüş olup, bunlardan en önemlileri IV. Mehmet ve Gazi Giray Han’dır. Devlet adamlarına yakınlığı nedeniyle bir dönem esirciler kethüdalığı yapmış, sarayda da musıki dersleri vermiştir.

Konu başlıkları

Eserleri

Itri’nin Neva Kâr‘ı Klâsik Türk Musikisi repertuarının en yetkin eseri olarak kabul edilmektedir.Makamsal geçkiler, ezgilerin zengin ve orijinalliği bu eseri bir baş yapıt haline getirmiştir. Kâr’ın sözleri ünlü İranlı şair Hafız-ı Şîrâzî’ye aittir.Yine Segâh Yürük Semaisi olan “Tûti-i mûcize-gûyem ne desem lâf değil” çok bilinen ve seslendirilen bir eserdir. Eserin güftesi Nefî‘nindir.

Itri’nin küçük formda (şarkı, türkü, köçekçe vs.) hiçbir eseri günümüze kadar gelememiştir. Eserlerin tümü büyük formlardadır. Dini musikinin de çok önemli eserleri yine Itri’ye aittir. Bunlar arasında Segah Bayram Tekbiri, Segah Salat-ı Ümmiye, Cuma Salatı, Dilkeş-haveran Gece Salası, Rast Mevlevi “Na’t-ı Mevlana” bütün İslam Dünyasında meşhurdur.

Din dışı eserleri

Itri’nin elde kalan din dışı eserlerinden yalnız 4’ü saz eseridir.(3 peşrev,1 saz semaisi),öbürleri hep sözlüdür,yani güfteleri vardır.Bunlardan Nefi’nin “Tut-i mucizeguyem ne desem laf değil” diye başlayan güftesi üzerine yaptığı segah yürük semai beste ile Şirazlı Hafız’ın Gülbün-i ıyş midemed saki güülizar kü?(Eğlence bahçesi yeşermekte,gül yanaklı saki nerede?) adlı güftesi üzerine neva makamında Kár’ı çok tanınmıştır. Itrî ayrıca 1640 yılında imparatorluğun Esirciler Kethüdalığını yapmış ve Mustafabey adını verdiği bir Armut cinsini yetiştirmiştir. Fakat bugüne kadar hayatı veya geçimini ne şekilde sağladığına dair herhangi bir belge ve kayıta dair detaylı araştırma yapılmamıştır. [1]

Mezarı Edirnekapı Şehitliği‘nde bulunmaktadır.[1]

2012 Itrî yılı

UNESCO, 25 Ekim – 10 Kasım 2011 tarihlerinde gerçekleşen 36. genel konferansında[2] 2012 yılını şair Nâbi ve bestekar Itrî anma yılı ilan edilmiş ve bu kapsamda Ankara‘da 2 Mart 2012 tarihinde UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ve Yunus Emre Enstitüsü tarafından anma yılı açılış etkinliği düzenlenmiştir. [3] [4]

Cahit Arf

Cahit Arf

 

Cahit Arf
Cahit Arf, ODTÜ Matematik Bölümü

Cahit Arf, ODTÜ Matematik Bölümü
Doğum 11 Ekim 1910
Selanik, Osmanlı Devleti
Ölüm 26 Aralık 1997 (87 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Meslek Matematikçi

Cahit Arf (11 Ekim 1910 [1], Selanik – 26 Aralık 1997, İstanbul), Türk matematikçi, TÜBİTAK Bilim Kolu eski başkanı.

Konu başlıkları

Hayatı

Yüksek öğrenimi

Yüksek öğrenimini Fransa‘da Ecole Normale Superieure‘de 1932’de tamamladı. Bir süre Galatasaray Lisesi‘nde matematik öğretmenliği yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için Almanya‘ya gitti. 1938 yılında Göttingen Üniversitesi‘nde doktorasını bitirdi.

Kariyeri

Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi‘nde profesör ve Ordinaryus profesörlüğe yükseldi ve 1962 yılına kadar çalıştı. Daha sonra Robert Koleji‘nde matematik dersleri vermeye başladı. 1964 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bilim kurulu başkanı oldu.

Daha sonra gittiği Amerika Birleşik Devletleri‘nde araştırma ve incelemelerde bulundu; Kaliforniya Üniversitesi‘nde konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1967 yılında Türkiye’ye dönüşünde Orta Doğu Teknik Üniversitesi‘nde öğretim üyeliğine getirildi. 1980 yılında emekli oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK’a bağlı Gebze Araştırma Merkezi’nde görev aldı. 1983-1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği başkanlığını yaptı.

Arf, İnönü Armağanı‘nı (1943) ve TÜBİTAK Bilim Ödülü‘nü kazandı. (1974) Onuruna yapılan cebir ve sayılar teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum, 1990’da 3-7 Eylül tarihleri arasında Silivri‘de gerçekleştirilmiştir. Halkalar ve geometri üzerine ilk konferanslar da 1984’te İstanbul’da yapılmıştır. Arf, matematikte geometri kavramı üzerine bir makale sunmuştur. Cahit Arf, 1997 yılının Aralık ayında ağır bir kalp hastalığı nedeni ile ölmüştür.

Çalışmaları

English: Reverse of 10 Turkish Lira Türkçe: 10...

English: Reverse of 10 Turkish Lira Türkçe: 10 Türk Lirası’nın arka yüzü (Photo credit: Wikipedia)

Cahit Arf, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası‘nın 10 liralık banknotunda

Cahit Arf, cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaca ün kazanmıştır. Sentetik geometri problemlerinin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebilirliği konusunda yaptığı çalışmalar, cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan değişmezlere ilişkin Arf değişmezi ve Arf halkaları gibi literatürde adıyla anılan çalışmaların yanı sıra “Hasse-Arf Teoremi” adı ile anılan teoremi matematik bilimine kazandırmıştır.

Cahit Arf, matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak görmüştür. Öğrencilerine sürekli: “Matematiği ezberlemeyin, kendiniz yapın ve anlayın.” demiştir.[2]

Cahit Arf, “Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek (ezberleyerek) değil,keşfederek anlamak gerekir” demiştir.[kaynak belirtilmeli]

“Matematik de resim, müzik ve heykel gibi bir sanattır” diyerek matematiğin sanatsal yönünü vurgulamıştır.[2]

Hakkında düzenlenen konferanslar

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü’nde her sene Arf adına ve anısına özel bir konferans düzenlenmektedir.

Ayrıca 2009 yılından itibaren 10 türk lirası üzerinde Arf’ın sureti yer almaktadır. [3]

Çeşitli üniversitelerde gerçekleşmiş konferanslar

Aydın Sayılı

Aydın Sayılı

 

Aydın Sayılı
Aydın Sayılı.jpg
Doğum 2 Mayıs 1913
İstanbul
Ölüm 15 Ekim 1993 (80 yaşında)
Ankara, Türkiye

Aydın Sayılı (d. 2 Mayıs 1913, İstanbul – ö. 15 Ekim 1993, Ankara), Türk bilim adamı.

Türkiye’de bilim tarihçiliğinin yerleşmesini sağlamış bilim adamıdır. Ordinaryüs Profesör Doktor ünvanı taşır. 1942 yılında Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi alanında doktorasını tamamlamış olan Sayılı, dünyada bilim tarihi alanında bilinen ilk doktora derecesinin sahibidir. 2009 yılı başından itibaren Turkish lira symbol 8x10px.png 5 Türk Liralık banknotların arka yüzünde resmi bulunur.

Konu başlıkları

Yaşamı

2 Mayıs 1913’te İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Abdurrahman Bey, annesi Suat Hanım’dır. Ailesinin üçüncü çocuğu idi. Babasının İran‘da görev yapması nedeniyle çocukluğunun bir kısmı İran’da geçti[1].

İlköğrenimini İstanbul’da orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1933 yılında Ankara Erkek Lisesi’ndeki mezuniyet sınavları sırasında sınav heyeti için cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa yer alıyordu[2] Cumhurbaşkanı, gösterdiği üstün başarı üzerine bu öğrenci ile ilgilenilmesini istemişti. Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey, kendisini bilim tarihi ile ilgilenmeye yönlendirdi. Liseyi bitirdiği yıl, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışına öğrenci göndermek için açtığı sınavı kazandı ve Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi okumak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. George Sarton onun yetişmesinde çok etkili oldu[2]. 1942 yılında George Sarton’un yönettiği “İslam Dünyasında Bilim Kurumları” başlıklı tezi ile Harvard Üniversitesi’nden doktora derecesi aldı. Bu doktora, dünyada bilim tarihi alanında verilen ilk doktora derecesi olarak bilinir.

1943 yılında yurda döndüğünde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde göreve başladı. Onun göreve başlamasıyla bölüm programına tarih dersleri konuldu[1]. 1946’da felsefe kürsüsüne Bilim Tarihi Doçenti olarak atandı. 1952 yılında Bilim Tarihi Profesörü oldu. 1952-53 ve 1956-57 yıllarında ABD hükümeti ve Fords Vakfı’ndan aldığı burslarla 10-11 ay süreli olarak ABD’de kaldı ve araştırma yaptı[3]. Çeşitli Amerikan üniversitelerinden aldığı teklifleri, Ankara’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmek için reddetti. 1958 yılında Ordinaryüs Profesör unvanını aldı. Başyapıtı olan “İslam Dünyasında Rasathane ve Genel Rasathane Tarihi İçindeki Yeri” adlı eserini 1960’da yayımladı[4]. 1974 yılında fakültenin Felsefe Bölümü Başkanlığına seçildi; 1983’te emekli oluncaya kadar bölüm başkanlığını sürdürdü.

Sayili, Ankara Üniversitesi’nde hizmet verdiği uzun yıllar boyunca sadece 3 doktora öğrencisi yetiştirdi. Sevim Tekeli astronomi tarihi, Esin Kahya doğa bilimleri ve tıp tarihi, Melek Dosay ise matematik tarihi alanında doktoralarını yaptı.

Üniversitedeki görevinin yanı sıra 1947’de Türk Tarih Kurumu tam üyeliğine seçilerek bu kurumda çalışmalar yürüten Sayılı, Ortaçağ Türk Tarih Kol Başkanı olarak yıllarca hizmet etti.

1961’de Uluslararası Bilim Tarihi Akademisi’nin tam üyesi oldu ve 1962’den itibaren 3 yıl boyunca bu kurumda as-başkanlık yaptı.

Üniversitedeki görevinden emekli olduktan sonra 1984 yılında Atatürk Kültür Merkezi ve Atatürk Araştırmaları Merkezi adlı iki yeni kurum kurulmuş, bu kurumlar Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu ile birleştirilmişti. Böylece meydana gelmiş Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu adlı kurumun dört biriminden birisi olan Atatürk Kültür Merkezi’ne Aydın Sayılı başkan olarak atandı. Atatürk Kültür Merkezi adına “Erdem” adlı derginin çıkarılmasında büyük emek harcadı[1]. 1993 yılında bu görevden emekli oldu. Henüz emekliliğinin ilk ayında iken 15 Ekim 1993 günü sokakta kalp krizi geçirerek hayatını yitirdi. Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Ödülleri

Sayılı, Nicolaus Copernicus üzerine çalışmaları nedeniyle 1973 yılında Polonya hükümeti tarafından Copernicus Madalyası ile ödüllendirildi[4]. 1977’de Tübitak Hizmet Ödülü, 1981’de İstanbul Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü’ne değer görüldü. 1980’de UNESCO Uluslararası Yazar Editör Komitesi’nee seçilen Sayılı, yaşamboyu verdiği hizmetlerden ötürü 1990’da UNESCO Ödülü’nü aldı[4]

Çalışmaları Hakkında

Sayılı, çalışmalarıyla Türklerin, İslam Dünyasının, Mısırlıların, Mezopotamyalıların ve diğer çeşitli medeniyetlerin bilime ve batı medeniyetinin oluşumuna yaptığı katkıyı ortaya koymuş bir bilimadamıdır.

Bilimsel çalışmaları sırasında Türkçe’ye ilgi göstermiş, emek vermiştir. Aydın Sayılı, karşılıkları hiç bulunmamış yabancı sözcüklere ve anlam karışıklıklarına yol açabilen terimlere Türkçe yeni karşılıklar bulup, bunların açıklamalarını yapmıştır. Editörü olduğu “Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe” isimli yayındaki aynı adlı makalesinde Türkçe’nin gelişimini açıklayan Sayılı, matematik, fizik, felsefe gibi değişik bilgi dallarını ilgilendiren bu çalışmasında, eşanlamlı, yakın anlamlı Türkçe sözcükler türetmiştir.

Sayılı, İslam Dünyasındaki gözlemevlerine ilişkin eseri ile belli başlı gözlemevlerini; bu kurumlarda hizmet vermiş belli başlı astronomları; kullanılan aletler ve söz konusu dönemdeki astronomi çalışmalarını tanıttı. Kahire‘de varoldugu kabul edilen el-Mukasem adlı gözlemevinin aslında varolmadığını kanıtladı. Şam‘daki Kasiyun Gözlemevi’nin yerini belirledi. İslam’ın dini ibadetleri yerine getirmede astronomiye olan ihtiyacından ötürü gözlemevinin İslam dünyasında ortaya çıkmış bir kurum olduğunu ve Batı dünyasındaki ilk gözlemevlerinin İslam dünyasındaki gözlemevlerini örnek alarak oluşturulduğunu ortaya koydu.

Sayılı, “İslam Dünyasında Hastaneler” başlıklı çalışmasıyla İslam dünyasındaki ilk yedi hastaneyi bilim dünyasına tanıttı. “Hayatta En Hakiki Mürşit İilimdir” adlı eseriyle bilim, bilimsel yöntem, bilim ve teknoloji arasındaki farklar gibi konulara tarihten örnekler vererek değindi. Atatürk’e ait “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vecizesinin ölümsüzlüğünü kanıtlamaya çalıştı. Pek çok eserinde Batı ile Osmanlı arasındaki bilimsel ilişkileri ele aldı; İslam dünyasındaki bilimsel gerilemenin nedenlerini tartıştı. “Mısır ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi, Matematik” adlı eserinde söz konusu uygarlıkların bu konulardaki bilgilerini Klasik Yunan’daki bilgilerle karşılaştırdı. Son çalışmalarında İslam dünyasında Türklerin bilimsel faaliyetinin yeri ve önemi konusuna yoğunlaştı. Ebu Reyhan el Beyruni adlı bilimadamının Türk olduğunu ortaya koydu. Kopernik‘în çalışmaları hakkında bir kitap yayımladı. Aristo ve el-Karafi’nin gökkuşağı konusundaki çalışmalarını karşılaştırmalı olarak inceledi. İbn-i Sina ve Newton‘un hareket konusundaki açıklamalarının paralelliğini gösterdi.Farabi‘nin boşluk hakkında görüşlerinin Batı’ya etkilerini inceledi.

Sayılı, tarih ve edebiyatla da yakından ilgilendi. Bu alanda çalışmalarına örnek olarak 14.yy’da kaleme alınmış ve içinde medreseler, dünyvevi bilimlerle ilgili bilgiler yer alan Gülşehri’nin Leylek ve Bülbül adlı şiirini Türkçede ilk defa yayınlaması gösterilebilir. Ayrıca 16. yüzyılda yaşamış el-Mensuri’nin İstanbul Gözlemevi hakkındaki şiirleri üzerine bir makale yazmıştır. Osmanlı Sultanı III. Murat zamanında inşa edilmiş ve aynı padişah döneminde yıkılmış olan İstanbul Gözlemevi’nde hiç bir bilimsel çalışma gerçekleştirilmemiş olduğu görüşü kabul görmekte idi ancak Sayılı, bu makelesinde el-Mansuri’nin İstanbul Gözlemevinde 16 gözlemcinin yaşadığı, bir de kütüphanesinin bulunduğuna dair bilgileri ortaya çıkardı.

Turkish lira symbol 8x10px.png 5 banknotu üzerinde Aydın Sayılı’nın portresi

Türk Lirası üzerindeki portresi

1 Ocak 2009‘dan itibaren dolaşıma girmiş olan Turkish lira symbol 8x10px.png 5 banknotlarının arka yüzünde, Aydın Sayılı’nın bir portresi yer almaktadır. Portre, İslam Tarihi Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi tarafından sağlandı[5]. Portrenin sol tarafındaki alanda DNA ve atom sembolleri, güneş sistemi ve el figürleri bulunmaktadır. Turkish lira symbol 8x10px.png 5 ön yüzünde Atatürk resmi vardır.

Fatma Aliye Topuz

Fatma Aliye Topuz

 

Fatma Aliye Topuz
İlk Türk kadın romancı olan Fatma Aliye Hanım.

İlk Türk kadın romancı olan Fatma Aliye Hanım.
Doğum 9 Ekim 1862,
İstanbul / Osmanlı Devleti
Ölüm 13 Temmuz 1936
İstanbul / Türkiye

Fatma Aliye Hanım (Fatma Aliye Topuz) (d. 9 Ekim 1862, İstanbul – ö. 13 Temmuz 1936, İstanbul) Türk edebiyatının ve İslam coğrafyasının ilk kadın romancısı olarak tanınır.

Zafer Hanım‘ın 1877 yılında yayımladığı Aşk-ı Vatan adlı bir roman mevcutsa da yazarın tek romanı olduğu için Zafer Hanım değil, beş roman yayımlayan Fatma Aliye Hanım ilk romancı ünvanını taşımıştır.

Konu başlıkları

Hayatı

9 Ekim 1862‘de İstanbul‘da doğdu. Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa ile Adviye Hanım’ın kızıdır. Kendisine özel bir eğitim verilmese de ağabeyi Ali Sedat Bey’in evde özel hocalardan aldığı dersleri dinlemesi sayesinde kendini geliştirdi. Fransızca merakının ortaya çıkması üzerine ders alarak bu dili çok iyi düzeyde öğrendi.

Fatma Aliye Hanım, 17 yaşında iken 1877-78 Osmanlı Rus harbindeki Plevne Savunması ile ünlü Gazi Osman Paşa‘nın yeğeni Kolağası Faik Bey ile evlendi ve dört kızı oldu. (Hatice, Ayşe, İsmet, Nimet)

Evliliğinin ilk 10 yılında ancak eşinden gizli olarak kitap okuyabilen Fatma Aliye Hanım, eşinin bu konudaki tutumunun değişmesinden sonra onun izni ile tercümeler yapmaya başladı. Edebi yaşantısı 1889 yılında Georges Ohnet‘in Volonté adlı romanını Meram adıyla çevirmesi ile başladı. Bu romanı Bir Hanım imzasıyla yayımlamıştır. Bu başarısıyla babasının dikkatini çeken Fatma Aliye Hanım, kendisinden ders almaya, fikir tartışmaları yapma olanağına kavuşmuştu. “Bir Hanım”‘ın gösterdiği çabalar, ünlü yazar Ahmed Mithat Efendi tarafından Tercüman-ı Hakikat gazetesinde övüldü ve yazar kendisini manevi kızı kabul etti. Fatma Aliye Hanım, bu ilk çevirisinden sonraki çevirilerinde Mütercime-i Meram takma adını kullandı.

1891 yılında Ahmet Mithat Efendi ile birlikte Hayal ve Hakikat adlı romanı yazdı. Romanın kadın ağzından olan kısmı Fatma Aliye Hanım’ın, erkek ağzından olan kısmı Ahmet Mithat Efendi‘nin kaleminden çıkmıştı. Eser, Bir kadın ve Ahmet Mithat imzasıyla yayımlandı. Bu romandan sonra ikili uzun süre mektuplaşmış ve bu mektupları Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

Fatma Aliye Hanım, 1892 yılında Muhadarat adlı ilk romanını kendi adıyla yayımladı. Bu romanında bir kadının ilk aşkını unutamayacağı inancını çürütmeye çalıştı. 1899 yılında yayımlanan Udi adlı romanında görevi üzerine gittiği Halep’te yaşamına tanık olduğu bir kadın udiyi anlattı. Bu kitapta mutsuz bir evlilik yapan Bedia’nın hikâyesini dönemine göre çok yalın bir dille anlatmıştır. Reşat Nuri Güntekin, edebiyata ilgisini güçlendiren yapıtlar arasında lalasından dinlediği romanlardan sonra Fatma Aliye Hanım’ın Udi romanını sayar. Eserlerinde kadın gözüyle evlilik, eşler arasındaki uyum, aşk ve sevgi kavramı, birbirini tanıyarak evlenmenin önemi gibi mühim konuları işleyen Fatma Aliye Hanım’ın diğer romanları Ref’et, Enin, Levayih-i Hayat adlarını taşır. Yazar romanlarında bireyleşme çabasında olan, çalışan, para kazanan, erkeğe ihtiyaç duymayan kadın kahramanlar yaratır.

Fatma Aliye Hanım, edebi eserlerinin yanı sıra kadın sorunları ile ilgili de eser vermişti. Kadınlara Mahsus Gazete’de kadın sorunlarına ilişkin makaleler yazdı ve muhafazakâr görüşlerden kopmadan kadın haklarını savundu. 1892‘de yayımlanan Nisvan-ı İslam adlı kitabında Avrupalı kadınlara İslam’da kadının durumunu anlattı. Romanlarında daha modern kadın kahramanlar yaratan yazar, bu kitapta, makalelerinde olduğu gibi, eski gelenekleri savunmuştur.

1893 yılında Ahmet Mithat Efendi tarafından yazılan Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu (Bir Muharrire-i Osmaniye’nin Neşeti) adlı kitap ününü arttırdı. Bu kitap Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye’yi anlattığı yazıları ve Fatma Aliye’nin doğrudan kendisini anlattığı mektuplarından oluşmaktadır. Fatma Aliye mektuplarında bitmek tükenmez bilmeyen öğrenme coşkusunu anlatır.

Fatma Aliye Hanım’ın edebiyat dışındaki uğraşı alanlarından bir başkası ise yardım cemiyetleri idi. 1897 yılında 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı‘nda yaralanan askerlerin ailelerine yardım amacıyla Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazılar yazdı, Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti adlı bir dernek kurdu. Bu dernek, ülkedeki ilk resmi kadın derneklerinden biridir. Fatma Aliye Hanım, Hilal-i Ahmer Cemiyeti‘nin de ilk kadın üyesidir.

1914 yılında yazdığı Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı son yapıtıdır. Bu romanında Meşrutiyet sonrası siyasal yaşamı ortaya koymayı amaçlamıştır. Resmi tarih tezlerine muhalefet ediyor olması, edebiyat dünyasından dışlanmasına yol açmıştır.

İlk Türk kadın romancı olma özelliği ile Avrupa ve Amerika basınında kendisinden söz edilen Fatma Aliye Hanım’ın “Nisvan-ı İslâm” adlı eseri Fransızca ve Arapça’ya, “Udî” adlı romanı Fransızca’ya çevrilmiştir. Émile Julliard adlı bir Fransız yazarının Doğu ve Batı Kadınları adlı kitabını Fransız gazetelerine yazdığı bir mektupla eleştirmesi Paris’te büyük yankı uyandırmıştı.[1] Eserleri 1893 yılında Şikago‘da Dünya Kadın Kütüphanesi Kataloğu’nda sergilenmiştir. Fatma Aliye Hanım’ın II. Meşrutiyet yıllarına kadar yaygın bir ünü olmasına rağmen zamanla unutulmuştur.

Fatma Aliye Hanım, soyadı yasasından sonra Topuz soyadını aldı.

Fatma Aliye 13 Temmuz 1936 tarihinde İstanbul‘da vefat etti. Cenazesi Feriköy Mezarlığı’na gömüldü.

Fatma Aliye Hanım, ilk Osmanlı kadın feministlerden Emine Semiye‘nin ablası, tiyatro ve sinema oyuncusu Suna Selen‘in anneannesidir.

Ölümünün Ardından

50 Türk Lirası reverse.jpg

  • Fatma Aliye Hanım’ın adı, Beyoğlu‘nda ve Çankaya‘da birer sokağa verilmiştir.
  • 2009 yılında dolaşıma çıkan 50 Türk Liralık banknotların arka yüzünde resmi bulunmaktadır

Önemli Yapıtları

  • Roman: Ref’et (1898), Udi (1899), Enin (1910), Muhadarat (1892), Hayal ve Hakikat (1892).
  • Çeviri: Meram (1890)
  • Yaşamöyküsü ve tarih alınındaki yapıtları: Namdaran-ı Zenan-ı İslamıyan (Ünlü İslam Kadınları) (1892)
  • Teracim-i Ahval-ı Felasife (Felsefecilerin Yaşamları) (1900) Çizgi Kitabevi Yayınları,Konya, Mayıs 2006
  • Hayattan Sahneler (Levayih-i Hayat)
  • Osmanlıda Kadın: “Cariyelik, Çokeşlilik, Moda”
  • Ayrıca Fatma Aliye üzerine Ahmed Midhat’ın Fatma Aliye Hanım yahud Bir Muharrire-i Osmaniye’nin Neşeti (1893) adlı bir incelemesi vardır.
  • Fatma Aliye-Mahmud Esad. Çok Eşlilik: Taaddüd-i Zevcat. Editör: Firdevs CANBAZ. Hece Yayınları 2007
  • Kosova Zaferi / Ankara Hezimeti: Tarih-i Osmaninin Bir Devre-i Mühimmesi (1915)
  • Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı (1913)
  • Teracim-i Ahval-i Felasife: Filozofların Biyografileri (1900)
  • Tedkik-i Ecsam (1901)

Mimar Kemaleddin

Mimar Kemaleddin

 

Genel bilgiler
Doğum adı Ahmed Kemaleddin
Doğum 1870
Acıbadem, İstanbul, Osmanlı Devleti
Ölüm 13 Temmuz 1927
Ulus, Ankara, Türkiye
Mimarlık kariyeri
Alanı Mimarlık
Etkilendikleri Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

Ahmed Kemaleddin (1870; Acıbadem, Kadıköy, İstanbul – 13 Temmuz 1927; Ulus, Ankara), 20. yüzyılın başlarındaki çalışmalarıyla tanınan ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı‘nın önde gelen isimlerinden olan Türk mimar.

Konu başlıkları

Yaşamı

1870 yılında orta sınıfa mensup bir ailenin tek çocuğu olarak İstanbul’un Acıbadem semtinde dünyaya geldi. Babası Bahriye Miralaylarından Ali Bey, annesi Sadberk Hanım’dır.[1] İlköğrenimine 1875’te İbrahim Ağa İbtidai Mektebi’nde başladı. Ortaöğrenimini 1881’de babasının görevi dolayısıyla gittikleri Girit‘te sürdürdü; bir süre sonra ailesiyle birlikte İstanbul’da döndüler ve orta öğrenimini de burada bitirdi. Bu sırada mühendisliğe ilgi duymaya başladı ve 1887’de 17 yaşındayken Hendese-i Mülkiye Mektebi’ne (günümüzde İstanbul Teknik Üniversitesi) kaydoldu.

Mühendislik eğitimini birincilikle tamamladığı 1891’de, aynı okulda öğretim görevlisi olarak bulunan Alman akademisyen Jachmund’un asistanlığına atandı. Bu görevi dört yıl yürüten Mimar Kemaleddin, bu arada okul dışında özel bürosunu açarak ilk eserlerini tasarlamaya başladı. 1895’te mimarlık eğitimini geliştirmesi amacıyla hocası Jachmund’un desteğiyle ve devlet bursuyla Almanya‘ya gönderildi ve Berlin‘deki Charlottenburg Teknische Hochschule’ye (teknik yüksek okul, günümüzde Berlin Teknik Üniversitesi) iki yıl devam etti. Daha sonra iki buçuk yıl da çeşitli mimarlık bürolarında çalışarak deneyim kazandı.

1900’de İstanbul’a döndü ve öğretim üyeliğine tekrar başladı. Hocası August Jachmund‘un Türkiye’den ayrılmasının ardından, onun verdiği mimarlık derslerini üstlendi.

1908’de Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti adıyla bu meslek dallarının Türkiye’deki ilk meslek odasını kuran Mimar Kemaleddin, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Evkaf Nezareti İnsaat ve Tamirat Müdürü olarak çalışmalarına devam etti. “Şark Demiryolları Şirketi” adına dört tren istasyonu tasarladı. Bu şirket için ilk olarak Filibe Garı’nı tasarlayan mimar bu yapıda gösterdiği başarı nedeniyle, Selanik ve Edirne Garlarını tasarlamakla görevlendirilmiş, Selanik Garı’nın yalnızca temelleri atılmış, Edirne Garı ise genel olarak 1914’te kadar bitirilmiştir.Edirne de yapımına 1908 yılında başlanan Ticaret Lisesini tasarladı Okul binası 1910 yılında bitirilerek İttihat-i Terakki kız mektebi adı ile öğrenime başlamıştır. Mimarın tasarladığı diğer istasyon olan Sofya Garı’nın II. Meşrutiyet’ten önceki gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Günümüzde Trakya Üniversitesi rektörlük binası olarak hizmet veren Edirne Garı’nın kesin tasarım yılı saptanamamışsa da, tasarımının II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında tamamlandığı, inşaata Balkan Savaşı’ndan önce 1911-1912’de veya savaştan ve Edirne’nin geri alınmasından sonra 1913’de başlandığı, yapının 1914’de savaş nedeniyle yarım kaldığı, ancak Cumhuriyet’ten sonra,1930’da işletmeye açılabildiği bilinmektedir [2].

Tarihi yapıların restorasyonu ve yeni yapıların tasarımıyla ilgilendigi bu dönemde, Osmanlı mimarisinin ilkelerini inceledi ve kendi mimari üslubunu şekillendirdi ve ulusal mimari konusundaki düşüncelerini geliştirdi.

1910’ların başından ölümüne kadar yoğun bir tempoda çalışarak, hem Türkiye’de, yoğunluklu olarak da İstanbul’da, hem de yurtdışında eserler verdi ve mimari çalışmalarında bulundu. Mescid-i Aksa’nın restorasyonu çalışmaları için bir süre için Kudüs’te kaldı ve Türkiye’ye dönüşünde yeni başkent Ankara’da kurulan yeni yapılar üzerinde yoğunlaştı.

Mimar Kemaleddin’in kabri, Beyazid Camii haziresi, İstanbul

Mimar Kemaleddin, 13 Temmuz 1927 tarihinde Ankara’da beyin kanaması sonucu vefat etti.

Mezarı Bayezid Camii haziresinde bulunmakta olup, 2007’de yeniden düzenlenerek anısına bir mezar anıtı eklenmiştir [3].

Mimari üzerine görüşlerini de içeren notları İlhan Tekeli tarafından 1997 yılında “Mimar Kemalettin’in yazdıkları” başlığı altında kitaplaştırılmıştır.

Besteci İlhan Mimaroğlu‘nun babasıdır.

Mimar Kemaleddin Bey, 16. yüzyılda yaşamış ve Beyazıt Camii’nin mimarlarından biri olması muhtemel meslektaşı Kemaleddin ile karıştırılmamalıdır.

Mimar Kemaleddin heykeli, İzmir

Zavallı İstanbul!…Son düşüş devrinde imâr adı altında ne câhilane, ne zafimâne yıkıma uğradı…Üçüncü Selim´den sonra, eski Türk sanatının incelik ve temizlikle millî ruh doğuran eserleri takdir edilmedi; batı tesiri altında batının bakış açışıyla kabalaşma başladı… Asırlar içinde gelişe gelişe yüzey süslemesinin en kiymetlı eserlerini üretmiş olan koca bir sanat birikimi çirkin görülmeye başlandı ve neticede millî sanatımızı yitirkdik. Ziyân ettik, koruyamadık…Batının seri imâlatcıları karınlarını şişirdiler ama aklımız başımıza gelmedi…Hatta onların memleketimize döktüğü ruhsuz tek tip yapılar gözümüze güzel görünmeye başladı. Sonuçta bu surette iktidarsız ve câhil halde kaldık…
Mimar Kemaleddin Bey

Eserleri ve çalışmalarından bazıları

Filibe Garı

Resim galerisi

Türk Lirası üzerindeki portresi

Turkish lira symbol 8x10px.png 20 banknotu üzerinde Mimar Kemaleddin portresi ve inşa ettiği Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası

1 Ocak 2009’dan itibaren dolaşıma girmiş olan Turkish lira symbol 8x10px.png 20 Türk Lirası banknotlarının arka yüzünde, Mimar Kemaleddin’in bir portresi ile başlıca yapıtlarından biri olan “Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası” yer almaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk

 

Mustafa Kemal Atatürk
1. Türkiye Cumhurbaşkanı
Görev süresi
29 Ekim 1923 – 10 Kasım 1938
Yerine gelen İsmet İnönü
1. Türkiye Başbakanı
Görev süresi
30 Nisan 1920 – 24 Ocak 1921
Yerine gelen Fevzi Çakmak
Seçim Bölgesi Ankara
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Görev süresi
24 Nisan 1920 – 29 Ekim 1923
Yerine gelen Ali Fethi Okyar
1. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
Görev süresi
9 Eylül 1923 – 10 Kasım 1938
Yerine gelen İsmet İnönü
Kişi bilgileri
Doğum Mustafa
19 Mayıs 1881
Selânik
Ölüm 10 Kasım 1938
İstanbul
Yattığı yer Anıtkabir
Milliyeti Türk
Partisi İttihat ve Terakki Partisi
Cumhuriyet Halk Partisi
Diğer siyasi
bağlantıları
Türkçülük, Türk milliyetçiliği
Ölümünden sonra çıkan bir akım olarak: Atatürkçülük
Eşi Latife Hanım (1923-1925)
İmzası
Askeri hizmeti
Bağlılığı Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı (1893-1919)
Türkiye Türkiye (1919-1927)
Branşı Kara Kuvvetleri
Hizmet yılları 1893-1927
Rütbesi Mareşal
Komutası 19.Tümen, 16. Kolordu, 2. Ordu, 7. Ordu, Yıldırım Orduları Grubu, TBMM Orduları
Çatışma/savaşları Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı (Çanakkale Cephesi, Kafkasya Cephesi, Sina ve Filistin Cephesi), Türk Kurtuluş Savaşı
Ödülleri Liste (24 madalya)
Biyografi
Dökümanlar

Mustafa Kemal Atatürk (1881, Selânik – 10 Kasım 1938, İstanbul), Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Türk siyasetçi ve devlet adamı. Osmanlı mirlivası ve Türkiye’nin iki mareşalinden biridir. 1919 yılında başlattığı Kurtuluş Savaşı‘nın önderliğini yapmış; daha sonra, modern Türkiye’yi oluşturan devrim ve reformları gerçekleştirmiştir.[1] Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı Ordusu‘nda subay olarak görev yapmış; Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi‘ndeki başarısından dolayı 19 Eylül 1921 tarihinde, “Gazi” unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir.[1] Cumhuriyet Halk Partisi‘ni kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur.[2] 1938 yılındaki vefatına kadar arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı olan Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı olmuştur.[1]

Konu başlıkları

Çocukluk ve gençlik (1881-1904)

Kız kardeşi Makbule Hanım, annesi Zübeyde Hanım ve Atatürk

Harp Okulu’nda arkadaşları ile birlikte, 1901

1839’da Kocacık‘ta doğduğu sanılan[3] babası Ali Rıza Efendi aslen Manastır‘a bağlı Debre-i Bâlâ‘dandır.[4] Babasının ailesi Arnavutlar[5][6][7][8] ya da 14-15. yüzyılda Anadolu’dan bölgeye göç etmiş olan Yörüklerdendir.[3][4][9] Daha sonradan ailesi Selanik‘e göç eden Ali Rıza Bey,[10] burada gümrük memurluğu ve kereste ticareti yapıyordu.[11] Ali Rıza Bey, 93 Harbi (1877-78) esnasında yerel birliklerde teğmenlik yapmıştı. Bu durum Atatürk’ün ailesinin kısmen de olsa Osmanlı’daki egemen elitlerden olduğunu gösterir.[12]

Ali Rıza Bey, 1871 yılında 1857 yılında Selanik’in batısındaki Langaza‘da çiftçi bir ailede doğan[12][13] Zübeyde Hanım’la evlenmişti.[14] Mustafa Kemal Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak, Rumî 1296 (miladî 1881) yılında Selanik’te doğmuştur. Samsun’a çıktığı 19 Mayıs tarihini doğum günü kabul etmiştir.[15] Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beş kardeşinin ilk dördü küçük yaşta hayatını kaybetmiştir.[16][17]

Öğrenim çağına gelen Mustafa’nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Annesi Mustafa’nın Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebine gitmesini istiyor, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan seküler[12] Mektebi Şemsi İbtidai’nde (Şemsi Efendi Mektebi) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti.[18] Atatürk, okul seçimindeki bu kararı için hayatı boyunca babasına minnettarlık duymuştur.[12] 1888 yılında babasını kaybetti.[19] Bir süre Rapla Çiftliği’nde annesinin üvey kardeşi[12] Hüseyin’in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra -eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle-[12] Selanik’e dönüp okulunu bitirdi.[20] Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik’te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.[21]

Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi’ndeki ev 1870’te Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878’de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır. Ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır.[22]

Mustafa, seküler bir okul olan ve bürokrat yetiştiren[12] Selânik Mülkiye Rüştiyesi‘ne kaydoldu. Ancak muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek[12] -annesinin karşı çıkmasına rağmen-[12] 1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi‘ne girdi. Bu okulda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey ona anlamı mükemmellik, olgunluk olan “Kemal” adını verdi.[23] Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal’in düşünce yapısını etkiledi. Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisi‘ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey’in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi‘ne kaydoldu. 1896-1899 yıllarında okuduğu Manastır Askerî İdadisi‘nde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal’in tarihe olan merakını güçlendirdi.[24] Bu tarihte başlayan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı‘na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem İdadi öğrencisi olduğu için, hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Bu okulu ikincilikle bitirdi.[25] 13 Mart 1899’da[26] [27] İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-i Şahane‘ye girdi. Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 1902’de Mülazım bugünkü ismiyle Teğmen rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi (1317 – P.8) olarak bitirdi.[25] Akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebi‘ne (Harp Akademisi) devam ederek 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.[28]

Askerlik (1905-1918)

Erken dönem

Kıdemli Yüzbaşı

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam’da bulunan 5.Ordu‘ya staja gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı.1905-1907 yılları arasında Şam‘da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) ile birlikte 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu’ya bağlı 30’uncu Süvari Alayı’nda gerçekleşti.[29] Bu dönemde düşük rütbeli stajyer bir kurmay subay olarak Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, “küçük savaş” (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam’a döndü. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile birlikte ‘Vatan ve Hürriyet‘ adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik’e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)’in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa‘ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey’e Mısır sınırında Bîrüssebi’ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal Bey’i Bîrüssebi’ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam‘a gönderildi.[30] 20 Haziran 1907’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907’de 3.Ordu‘ya kurmay olarak atandı.[28] Ancak Selânik’e vardığında ‘Vatan ve Hürriyet‘in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti‘ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu (Üye numarası: 322)[31]. 22 Haziran 1908’de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[28]

23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet‘in ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında[32] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü Libya‘nın bir parçası olan Trablusgarp‘a gönderildi. Burada 1908 Devriminin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.[33] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur’un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli, hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.[32][34]

13 Ocak 1909’da 3. Ordu‘ya bağlı Selânik Redif Fırkası’nın Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909’da Meşrutiyet‘e karşı 3. Ordu’ya bağlı Taşkışla’da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburları’nın isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması‘nı bastırmak üzere Selânik ve Edirne‘den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909’da İstanbul’a girecek olan Hareket Ordusu‘na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulundu.[28][32]

Mustafa Kemal Bey, 12 Eylül – 18 Eylül 1910’da Fransa‘da düzenlenen Picardie Manevraları‘na gönderildi. Burada uçakların deneme uçuşuna davet edildiyse de yanındaki komutanının uyarısıyla uçağa binmedi. Bineceği uçak yere çakıldı ve uçağın içinde bulunanlar öldü. Bazı yazarlar, ömrü boyunca uçağa binmeyen Atatürk’ün bu davranışını, Picardie Manevraları’nda yaşadığı olayın ardından temkinli davranmasına bağlamışlardır.[35][36]

Mustafa Kemal dönüşünün ardından 27 Eylül 1911’de İstanbul’da Genelkurmay Karargâhında görev aldı.[37]

Trablusgarp Savaşı

Ayrıca bakınız: Trablusgarp Savaşı

Trablusgarp Savaşı‘nda, Mustafa Kemal

İtalyanlar‘ın Trablusgarp‘a saldırısıyla 19 Eylül 1911’de başlayan Trablusgarp Savaşı‘nda, 27 Kasım 1911’de Binbaşı[28] olan Mustafa Kemal Bey, Binbaşı Enver Bey, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Binbaşı Fethi (Okyar) gibi diğer İttihatçı subaylarla birlikte 18 Aralık 1911’de hareket etti.[38] Mustafa Kemal ile grubu, Mısır‘da Kahire[39] ve İskenderiye üzerinden Bingazi’ye gitti. 19 Ekimde İskenderiye’den yola çıktıktan bir süre sonra bir hastalık geçirdi.[40] 22 Aralık’ta Tobruk yakınında zafer kazandı. Derne’deki 16 – 17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart’ta Derne Komutanlığı’na getirildi.[41] Aynı yılın eylülünde başlayan barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken, Karadağ‘ın 8 Ekim’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi ve Balkan Savaşları‘nın başlaması nedeniyle barışa razı olunmasıyla Mustafa Kemal ve diğer subaylar İstanbul’a geri döndüler.

Balkan Savaşları

Ayrıca bakınız: Balkan Savaşları

Mustafa Kemal Bey Balkan Savaşları‘nın patlak vermesiyle 24 Ekim 1912’de İstanbul’a hareket etti ve 24 Kasım 1912’de karargâhı Bolayır‘da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandı. Osmanlı ordusu burada general Stilian Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusuna yenildi. Haziran 1913’de başlayan İkinci Balkan Savaşı‘nda komutası altındaki birliklerle Dimetoka ve Edirne‘ye girdi.

Atatürk; Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya yeniçeri kıyafeti ile gitmiş ve etrafında derin bir hayranlık uyandırmıştır.

27 Ekim 1913’te Sofya Askerî Ataşeliği’ne atanarak yakın arkadaşı Sofya Sefiri (Elçisi) Fethi Bey (Okyar)’in altında çalıştı. Ek görev olarak Belgrad ve Çetine Askerî Ataşeliğini de yürüttü. Bu görevde iken 1 Mart 1914’te Kaymakam (Yarbay)lığa yükseldi.

Birinci Dünya Savaşı

Çanakkale Savaşları sırasında

Sina ve Filistin Cephesinde

Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı sırasında (1918)

Askerî Ataşe görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914’de I. Dünya Savaşı başladı, Osmanlı Devleti de 29 Ekim 1914’te savaşa girdi. 20 Ocak 1915’de Mustafa Kemal Bey 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ‘da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.[28]

19. Fırka, 23 Mart 1915’te Müstahkem Mevki Komutanlığı emriyle Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı. 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası‘na İtilaf Devletleri‘nin yaptığı çıkartmalarıyla Çanakkale Savaşı başladı. 3.Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşa‘nın emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal Bey Arıburnu‘na çıkan ANZAC (Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu) birliklerinin yarımada içine ilerlemesini Conkbayırı‘nda durdurdu. Bu başarı üzerine 5. Ordu komutanı Mareşal Otto Liman von Sanders‘in takdirini kazandı ve 1 Haziran 1915’te Miralay (Albay)lığa yükseldi.[28] İngilizlerin Ağustos ayında Suvla Körfezi’ne yaptığı ikinci çıkartmadan sonra, 8 Ağustos akşamı Otto Liman von Sanders Anafartalar mevkiinde bulunan birliklerinin komutasını verdi ve 9-10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferi‘ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe ve 21 Ağustos’ta II. Anafartalar Zaferi takip etti. Miralay (Albay) Mustafa Kemal Bey, Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını tarafından “Anafartalar Kahramanı” olarak kamuoyuna tanıtıldı.

14 Ocak 1916’da Gelibolu’dan Edirne‘ye sevk edilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Edirne’de bulunduğu 2 ay kadar süre boyunca 16. Kolordu’nun ikmali, toparlanması ve eğitimi ile ilgilendi. Doğu Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusu’nu püskürtmüş 16 Şubatta Erzurum’u, 3 Martta Bitlis, Muş, Van ve Hakkari’yi işgal etmişti. Albay Mustafa Kemal 15 Mart tarihinde 3. Ordu’yu desteklemesi için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır’a gönderildi. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916’da Diyarbakır’da iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltildi ve Paşa unvanını aldı. Mustafa Kemal taktik bir geri çekilme emri verdi. Daha sonra beklenmedik bir saldırı ile Muş’u Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı Altın Kılıç madalyası ile ödüllendirildi. Ağustos ayında Muş ve Bitlis tümüyle Rus işgalinden kurtarıldı.

7 Mart 1917’de karargâhı Diyarbakır‘da bulunan 2. Ordu Komutan Vekilliğine atandıktan sonra Hicaz Kuvveyi Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917’de Yıldırım Orduları Grubu emrindeki 7. Ordu Komutanlığına atandı.[28]

Mustafa Kemal Diyarbakır’dayken, İttihatçı fedailerden Yakup Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bab-ı Âli‘yi basıp, hükûmeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı’nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal’i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa’ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay‘a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir: “O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)’a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul’a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil’i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!” demiştir.[42]

15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi’nin maiyetinde Almanya‘ya giderek Keiser II. Wilhelm, Genel Karargâhı ve Elsass bölgesini ziyaret etti.

1918 Haziran ayında Viyana ve (bugünkü adı Karlovy Vary olan) Karlsbad‘a giderek tedavi gördü. Sultan Mehmed Reşad‘ın vefatı ve Vahdettin‘in cülusu üzerine 2 Ağustos’ta İstanbul’a döndü. 15 Ağustos’ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi‘ne atandı ve ardından Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi. Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1918 tarihinde Vahdettin‘in başyaveri Naci (Eldeniz) Bey‘e bir telgraf çekerek Yıldırım Orduları Grubu‘nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükûmette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini istedi[43]. Ardından 6 Ekim’de 7. Ordu komutanlığından istifa etti.

19 Eylül 1918’de Edmund Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri, genel taarruza geçerek üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları Grubu’nu ağır bir hezimete uğrattı. 1 Ekim’de Şam, 25 Ekim’de Halep düştü. Mustafa Kemal Paşa, İngiliz ordularını, Halep’te durdurarak, savunma hattı kurmayı başardı.

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince, Yıldırım Orduları Grubu kumandanı olan Otto Liman von Sanders Paşa’nın görevden alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi. Ancak 7 Kasım’da Yıldırım Orduları Grubu ile 7. Ordu lağvedildi.[44]

10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt’alarının komutasını 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya bırakarak Adana‘dan İstanbul’a hareket etti ve 13 Kasım’da İstanbul’a Haydarpaşa Garı‘na ulaştı. Haydarpaşa’dan İstanbul’a geçerken boğaza demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde ünlü “Geldikleri gibi giderler” sözünü söyledi. Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde bulundu.

Milli Mücadele (1919-1923)

Örgütlenme

9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 17 Nisan 1919

2 Şubat 1919 tarihinde Mersinli Cemal Paşa Doğudaki Osmanlı ordularını mütareke koşullarına göre düzenlemek için müfettiş olarak Anadolu’ya gönderilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükûmetine nota verdiler. Doğuda Türklerin silahlanıp Hristiyanları öldürdüğünü buna karşı önlem alınmasını talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından işgal kuvvetlerinin Yüksek Komiserlerinin verdiği notalar gereğince olağanüstü yetkilerle donatılarak Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet)’deki Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları bastırmak için görevlendirildi. Bazı çevrelerce, Samsun’a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa’ya “Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!” dediği iddia edilse de, ne Nutuk’ta ne de saray mabeyincilerinin kayıtlarında böyle yahut buna benzer bir görüşmeden bahsedilmemektedir.[45] Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), ‘Ayıcı’ Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede)lerle beraber Samsun‘a çıktı.[46]

Mondros Mütarekesi‘nden sonra Anadolu‘da milisler (Kuvayı Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri başlamıştı. 22 Haziran 1919’da Rauf Bey (Orbay), Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte Amasya‘da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan etti. Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum‘da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı.[47] Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı ordusundan istifa etti ve Kongre başkanlığına seçildi. 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi‘nde alınan kararları uygulamak amacıyla bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına da Mustafa Kemal Paşa seçildi.[48] 27 Aralık 1919’da Ankara‘da heyecanla karşılandı. Osmanlı Meclis-i Mebusan‘ın Mart 1920’de işgal güçlerince basılması ve önde gelen vatanperver mebusların tutuklanması üzerine 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin açılmasını sağladı. Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak Milli Mücadele’yi yürütecek olan Anadolu hükûmetinin altyapısını kurdu.

Hâkimiyetin sağlanması

24 Mart 1923 tarihli Time dergisinin kapağı

Merkezi denetimden uzak bulunan Kuva-yi Milliye örgütleri dağıtılarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Milli Mücadele’nin en kanlı çatışmaları, düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen Kuva-yi Milliye gruplarına karşı verildi.

İngiltere başbakanı Lloyd George‘a göre Yunanistan büyümeli ve İngiltere ile menfaatleri birleştirilmeliydi. Yunanistan boğazları Avrupa’ya açık tutmalı, Akdeniz’de İngiltere’nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Eğer böyle davranmazsa İngiliz donanması onu uslandırmak için yeterdi. Sevres Antlaşması‘nın kuvvet kullanılmadan uygulanamayacağı anlaşılmıştı. İtilaf Devletleri ise kuvvet kullanacak halde değildi. İtilaf Devletleri, Yunanlıları yalnız Türk illerini alıp kendi vatanına katmak için değil, kendi davalarını da yürütmek için Anadolu’ya çıkardı. Ancak İtilaf Devletleri de Türkiye’ye karşı uygulanacak politikalarda artık beraber değildir. İtalya Yunanlıların Anadolu’ya yerleşmesini kıskandı. Fransa ise Suriye‘deki toprak kazançlarını yeterli görmektedir. Artık Yunanlılar kendi ordularıyla Anadolu’ya boyun eğdirmek zorundadır. Mustafa Kemal de Yunan ordusunu yenerse, Türkiye’yi kurtarmış olacaktır.[49] 6 Ocak 1921 günü Bursa’dan Eskişehir‘e ve Uşak’tan Afyon‘a doğru iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunan Ordusu, 9 Ocak’ta İnönü mevzilerine kadar ilerledi. Ancak Türk Ordusu’nun savunması karşısında ileri gidemeyeceklerini anlayarak, 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kaldı. Birinci İnönü Muharebesi düzenli ordunun ilk zaferi olduğundan Kuva-yi Milliye‘den düzenli orduya geçiş hızlanmış, halkın yeni kurulan orduya güveni artmıştır. Bu başarı bütün dünyanın dikkatini çekmiş; İtilaf Devletleri, 26 Ocak 1921‘de Osmanlı Devleti’nin Londra’ya bir heyet göndermesini ve bu toplantıda Ankara Hükûmetinden de temsilci bulundurulmasını istemişlerdir.[50]

Birinci İnönü zaferinden sonra İtilaf Devletleri Sevr Antlaşması‘nda Türklerin yararına bir değişiklik yapılmasını görüşmek için Londra’da bir konferans toplanmasına karar vermişlerdir. 21 Şubat11 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan konferansta, Türkler yararına bir sonuç çıkmamış, mücadele devam etmiştir. Yunanistan, Londra Konferansı bitmeden, Anadolu’da yeni bir saldırı yapmak üzere hazırlıklara başlamıştır. 23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerde, 3. Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1. Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle muharebeler başlamıştır. 23 Mart1 Nisan 1921 arasında meydana gelen İkinci İnönü Muharebesi tekrar Türk Kuvvetlerinin zaferiyle sona ermiştir. Bu zaferden sonra Fransızlar Zonguldak‘tan, İtalyanlar da Güney Anadolu’dan askerlerini çekmeye başlamıştır.[51]

İnönü Savaşları’nda savunma taktiği uygulayan Türk Ordusu, Aslıhanlar-Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücüne ulaşamadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmaya karar veren Yunan Ordusu İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide yer alan Türk mevzilerine yüklenerek buraları işgal etmek ve Ankara’ya kadar ilerlemek istiyordu. Takviye birliklerle iyice güçlenen Yunan Ordusu 10 Temmuz 1921’den itibaren saldırıya geçti ve 20 Temmuz’a kadar yaptıkları saldırılarla Türk Ordusu’nu geri çekilmeye zorladı. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusunun Sakarya Irmağı‘nın doğusuna kadar çekilmesini emretti. Böylece vakit kazanılacaktı. Bu savaşlar sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik bölgeler elden çıktı. TBMM’de moral bozukluğu yaşandı ve sert tartışmalar meydana geldi. Ancak Yunan Ordusu büyük ateş ve silah üstünlüğüne rağmen, Türk Ordusunu yok edememişti. Türk Ordusu, güvenli bir şekilde Sakarya‘nın doğusuna çekilmişti.[52]

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında Büyük Millet Meclisi içinde iktidara yani Mustafa Kemal Paşa’ya karşı tepkiler artmaya başladı. Bu muhalefeti yöneltenler ordunun başına geçmesi için Mustafa Kemal Paşa’ya baskı yapmaya başladı. Gerçek niyetleri ise O’nu Ankara’dan uzaklaştırmak ve Enver Paşa‘nın iktidarını sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi‘nde yaptığı konuşmayla başkumandan olmayı kabul ettiğini ancak başkomutanlığın faydalı olabilmesi için Meclis’in ordu ile ilgili yetkilerini üç ay süreyle kendisinde toplayacak bir kanun çıkartılması gerektiğini açıkladı. Paşa’nın başkomutanlığını isteyenlerin bu şekilde hayalleri suya düşürülmüş oldu. 5 Ağustos 1921 günü oybirliği ile çıkartılan yasa ile Mustafa Kemal Paşa, TBMM Orduları Başkomutanlığı’na getirildi.[53]

Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa (1922)

Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 Ağustos’ta Polatlı‘da teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı.[54] 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi‘nde Yunan Ordusu’nun hücum gücü tükendi.[55] Türk Ordusu ani bir taarruzla Yunan Ordusu’nu Sakarya Nehri’nin doğusundan çıkarmayı başardı. Bu zaferden sonra 19 Eylül 1921’de Büyük Millet Meclisi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı oybirliğiyle Mareşal rütbesine terfi ettirdi ve Gazi unvanı verdi.[56] Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289’dur. Yunan ordusunun zararı; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007’dir.[55]

Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, 13 Ekim 1921’de Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı. Böylece Türkiye’nin doğu sınırı tamamen güvenlik altına alındı. Fransa ise TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması‘nı imzaladı. Bu antlaşma ile Fransa TBMM Hükümeti’ni tanımış ve Hatay-İskenderun dışında, Türkiye’nin bugünkü güney sınırı çizildi. Antlaşma sayesinde güney cephesi güvenli duruma geldiğinden buradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi’ne kaydırıldı. İtalyanlar ise, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlayarak 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerlerden çekildi. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında İngiltere de Ankara’yı tanıyarak TBMM ile, 23 Ekim 1921 tarihinde tutsakların serbest bırakılması konusunda antlaşma yapıldı.[55]

Tam 1 yıl süren taarruz hazırlıkları sonucunda, 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı uygulamaya konuldu. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın son aşamasıdır. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi‘nde bir gün içinde Yunan Ordusunun büyük bir bölümü imha edildi. 31 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını Çalköy‘deki karargahında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege’ye doğru ilerlenmesini emretti. 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara şu emrini verdi: “Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”.[57]

Türk Ordusu 2 Eylül’de Uşak’ı geri aldı. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Nikolaos Trikupis esir edildi. 9 Eylül’de Türk Süvarileri İzmir’e girdi. 18 Eylül 1922’ye kadar yapılan Takip Harekâtıyla tüm Batı Anadolu’daki Yunan birlikleri sınır dışına çıkarıldı. Türk ordusunun kazandığı bu başarı, Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci başlattı.[57]

Karşıyaka‘da Mustafa Kemal’in kalması için yakınları Yunanlıların elinde esir olan bir baba-oğul evlerini hazırlamıştır. Bu evde daha önce Yunan Kralı Konstantin de kalmış, eve merdivenlerde ayakları altına serilen Türk Bayrağı‘nı çiğneyerek girmiştir. Bu kez baba-oğul merdivenlere Yunan Bayrağı’nı sermiştir. Mustafa Kemal Paşa eve girecekken “Lütfedin, bu karşılıkla bu lekeyi silin!” denilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da “O, geçmişse hata etmiş; bir milletin onuru olan bayrak çiğnenmez, ben onun hatasını tekrar etmem. Bayrağı kaldırın yerden.” diyerek bayrağı kaldırtmıştır.[58]

Barış

Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Kocatepe’de. (26 Ağustos 1922)

Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması‘yla sonuçlandı.[59] Bu antlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.

Milli Mücadele sonrasında Türkiye’de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştı.[60] TBMM 1 Kasım 1922’de Osmanlı saltanatını lağvedip Vahdettin’i tahttan indirerek İstanbul hükûmetinin hukuki varlığına son verdi. 16 Ocak 1923’te İzmit Hünkâr Kasrı’nda İstanbul‘dan gelen gazetecilerle mülakat yapıldığında Vakit başyazarı Ahmet Emin Bey (Yalman)’in Kürt meselesi hakkında sorusuna karşı ‘Başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir’ diyerek Kürtlere özel statü tanımamak için ihtiyatlı davrandı[61].

8 Nisan 1923’te, yayımlanan Dokuz Umde ile Gazi Mustafa Kemal yeni rejimin temelini oluşturacak olan Halk Fırkası‘nın temellerini attı.[62] Nisan ayında yapılan İkinci Meclis seçimlerine sadece Halk Fırkası‘nın katılmasına izin verildi. Mebus adayları fırkanın genel başkanı sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal tarafından belirlendi.

25 Ekim 1923 günü aynı anda hem Başbakanlık hem de İçişleri Bakanlığı görevlerini yürüten Fethi Bey, İçişleri Bakanlığını bıraktığını açıkladı. Aynı gün Meclis İkinci Başkanlığı görevini yapan Ali Fuat Paşa‘da ordu müfettişliğine atandığı için görevinden ayrıldı. Bu iki boş koltuk için yapılan seçimleri Gazi Mustafa Kemal’e muhalif olan milletvekilleri kazandı. Meclis İkinci Başkanlığına Rauf Bey, İçişleri Bakanlığına Sabit Bey seçildiler. Bu durumdan hoşnut olmayan Gazi Mustafa Kemal, 26 Ekim 1923’te Başbakan Fethi Bey’den “Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili” Fevzi Paşa‘nın dışında hükûmetin istifa etmesini ve istifa edenlerin yeniden seçilirlerse görevi kabul etmemesini istedi. Böylece bir hükûmet krizi çıkmış oldu. Yeni bakanlar kurulu üyelerinin 29 Ekim günü seçileceği duyuruldu.

Bu gelişmeler üzerine “Cumhuriyet İlanı” ile işi kökünden çözmeye karar veren Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya‘da İsmet Paşa ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra İsmet Paşa‘yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu‘nda gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal’den düşüncelerini açıklaması istendi. Gazi Mustafa Kemal, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Tasarının parti grubunda kabulünden sonra aynı akşam saat 18:45’te TBMM Genel kurul toplantısı başladı. Anayasa Komisyonu’nun değişiklik ile ilgili rapor ve önergesi genel kurulun onayına sunuldu ve 29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30’da milletvekillerinin alkışları ve “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri ile Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.[63]

Cumhurbaşkanlığı (1923-1938)

Cumhuriyet İlanı ardından geçilen cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile Balâ, Ankara milletvekili[64][65] Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti‘nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.[66] Atatürk kendi deyişiyle Türkiye’yi “muasır medeniyet seviyesine çıkarmak” amacıyla bir dizi köklü değişime imza attı.

1924 Anayasası gereğince TBMM 29 Ekim 1923’teki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra üç defa daha (1927, 1931, 1935 yıllarında) Gazi Mustafa Kemal’i tekrar cumhurbaşkanlığına seçti.[67] Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celâl Bayar başbakanlık yapmıştır. Bu dönem içerisinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükûmet kuran isim İsmet İnönü‘dür. Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı süresince kurulan hükûmetler sırası ile 1. T.C. Hükûmeti, 2. T.C. Hükûmeti, 3. T.C. Hükûmeti, 4. T.C. Hükûmeti, 5. T.C. Hükûmeti, 6. T.C. Hükûmeti, 7. T.C. Hükûmeti ve 8. T.C. Hükûmeti‘dir.

İç politika

20 Eylül 1928 Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Kayseri‘de halka Latin alfabesini tanıtırken

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve kadrosunun diğer üyeleriyle birlikte TBMM’den çıkıyor. (29 Ekim 1930)

Tokat‘ta bir yurttaşın derdini dinleyen Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (21 Kasım 1930)

Ayrıca bakınız: Atatürkçülük ile Atatürk Devrimleri

Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi.[68]

Devrimler

Atatürk Kastamonu‘da şapkayı tanıtırken

TBMM‘de 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilerek, medreseler kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar, Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanmıştır. Eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanmasıyla eğitim millî bir nitelik kazanmıştır.[69]

3 Mart 1924’te TBMM’de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırılmıştır.[70] 3 Mart 1924 tarihinde Osmanlı hanedanı üyeleri vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülmüştür.[71]

17 Şubat 1925 tarihinde Aşar Vergisi kaldırılmıştır. Aşarın getirdiği gelir devletin giderlerinin yüzde otuzuna yaklaşmasına rağmen, köylünün rahatlatılması ve üretimin arttırılması amacıyla aşar vergisi kaldırılmıştır.[72]

25 Kasım 1925’te Şapka Kanunu kabul edildi. Bu kanunla TBMM üyelerine ve memurlarına şapka giyme mecburiyeti getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir davranıştan men edildi.[73]

30 Kasım 1925’te tekkelerin, zaviyelerin ve türbelerin kapatılması kanunu TBMM’de kabul edildi ve 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.[74]

Osmanlı Devleti’nde kullanılan saat, takvim ve ölçüler, Avrupa’daki devletlerden değişik olduğundan, sosyal, ticari ve resmi ilişkileri zorlaştırıyordu. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde farklılığı gidermek için bazı çalışmalar yapılsa da yetersizdi. Cumhuriyet döneminde bu sıkıntıları gidermek için çalışmalara başlandı. 26 Aralık 1925‘te çıkarılan bir kanunla Hicri ve Rumi takvimlerin yerine Miladi Takvim kabul edildi ve 1 Ocak 1926‘dan bu yana kullanılmaya başlandı. Bunun yanı sıra güneşin batışına göre ayarlanan alaturka saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi örnek alındı. Bir gün 24 saate bölünerek günlük hayat düzenlendi.[75]

1928 yılında milletlerarası rakamlar kabul edildi. 1931 yılında çıkarılan bir kanunla önceden kullanılan arşın, endaze, okka gibi ölçü birimleri kaldırılarak, bu ölçülerin yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilo kabul edildi. Yapılan değişikliklerle ülkede ölçü birliği sağlandı.[75]

1935 yılında çıkarılan bir kanunla, cuma günü olan hafta tatili yerine cumartesi öğleden sonra ve pazar günü hafta tatili olarak belirlenmiştir.[75]

17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu’ndan tercüme edilip düzenlenerek oluşturulan Medeni Kanun kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla Türk aile hayatı yeniden düzenlenmiş; tek kadınla evlilik, resmî nikâh esası getirilmiş, miras konusunda eşitlik sağlanmıştır.[76]

1 Mart 1926 tarihinde 1889 İtalyan Zanerdelli Kanunu örnek alınarak hazırlanan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe konuldu.[77]

1 Kasım 1928’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni Türk harflerinin kabulüne ilişkin kanunu kabul etti. Kanunun kabulünden sonra halka okuma yazma öğretmek amacıyla Millet Mektepleri kuruldu. 24 Kasım 1928’de de Atatürk Millet Mektepleri Başöğretmeni olarak ilan edildi.[78]

Kadınlara 1930 yılında yerel, 1934 yılında ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.[79]

12 Temmuz 1932‘de Atatürk’ün talimatıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. 1934 yılında yapılan kurultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936’daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olarak değiştirilmiştir.[80]

Atatürk’ün talimatıyla kurulan kurumlardan bir diğeri Türk Tarih Kurumu‘dur. Türk tarih ve medeniyetini araştırmak amacıyla oluşturulan Türk Tarihi Tedkik Heyeti 4 Haziran 1930 tarihinde ilk toplantısını yapmış ve yönetim kurulunu seçmiştir. 29 Mart 1931 tarihinde Türk Ocakları’nın 7. Kurultayı’nda kapatılma kararı alınmasından sonra, 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti ismiyle yeniden örgütlenmiş ve çalışmalarına devam etmiştir. Kurumun adı 1935 yılında Türk Tarihi Araştırma Kurumu olarak daha sonra ise Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilmiştir.[81]

21 Haziran 1934‘te çıkarılan Soyadı Kanunu‘na göre her Türk, kendi adından başka, ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadına sahip olacaktı. Bu soyadları Türkçe olacak, ahlâka aykırı ve gülünç adlar soyadı olarak alınamayacaktı. Soyadı Kanunu’nun kabulünden sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verilmiştir.[82] 26 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan kanunla ise; Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır.[83]

3 Aralık 1934‘te çıkarılan Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun ile hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani giysi taşımaları yasaklanmıştır. Hükümet her din ve mezhepten uygun göreceği tek bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde ruhani kıyafetini taşıyabilmek için müsaade verebilecektir.[84]

Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılapçılık ilkeleri 10 Mayıs 1931 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası‘nın programında yer almış, 5 Şubat 1937‘de ise anayasaya girmiştir.[85]

Siyasi Olaylar

Tek partili dönemde milletvekillerinin Atatürk tarafından seçilmesini eleştiren, 1920 sonlarında yayınlanmış bir karikatür. Atatürk’ün kolunda eski yazı ile Halk Fırkası binada ise Millet Meclisi yazmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadeleyi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. 1925 Mart’ında çıkan Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

1927’de kabul edilen Cumhuriyet Halk Fırkası Tüzüğü ile Atatürk partinin “değişmez genel başkanı” ilan edildi ve milletvekili adaylarını seçme yetkisi, kaydı, hayatı boyunca kendisine tanındı. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan CHF ikinci kurultayında Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlatan Nutuk‘u (Söylev) okudu.[86] Kurtuluş Savaşı’nın Gazi’nin bakış açısıyla anlatımını içeren Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Mücadeleye ilişkin resmi görüşünün esasını oluşturur ve Milli Mücadeleyi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte başlatan ve yürüten askerî ve siyasi şeflere karşı (Rauf, Karabekir, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez, “Sakallı” Nurettin Paşa, Celalettin Arif Bey vb.) bir polemik niteliği de taşır.[87] 1927 yılında askerlikten Mareşal rütbesiyle emekli oldu.

Türk Ordusu Başkomutanı ve Cumhurbaşkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ferik Ali Sait Paşa ve Mirliva Mehmed Emin Paşa ile İnebolu’da (1925).

10 Nisan 1928 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasadan devletin dininin İslam olduğu hükmü ve TBMM’nin görev ve yetkilerinden söz eden 26. maddeden dini hükümlerin yerine getirilmesi ibaresi çıkarılmıştır. Ayrıca, milletvekillerinin ve cumhurbaşkanının yeminlerinden “vallahi” sözcüğü çıkarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 yılındaki programında, laiklik partinin ana unsurlarından biri olarak belirtilmiştir.[88]

12 Ağustos 1930’da İsmet Paşa‘nın hükûmetine alternatifleri sunmak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar)’e Serbest Cumhuriyet Fırkası‘nı kurdurarak kız kardeşi Makbule Hanım (Boysan, Atadan),[89] çocukluk ve okul arkadaşı Nuri Bey (Conker)’leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930’da gericilerin partiyi kullanmaları korkusu[90] ve partinin Mustafa Kemal’i hedef almasından[91] dolayı partiyi fesih etti.

Bu demokrasi denemesinden biraz önce, ordunun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun)’nu meclisten geçirdi. Bu kanunun 148. maddesine Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinlerde bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.

29 Ekim 1933’te Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm dünyaya ve Türk Milleti’ne anlatmıştır.[92]

Ekonomi

Atatürk, Cumhurbaşkanlığı döneminde, sadece bürokratların değil tüm vatandaşların mülkiyet hakkını tanımış ve 1923-1938 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %7.5 oranında büyüyerek Türkiye’nin GSMH‘si dünya toplamının binde 3.62’sinden binde 6.52’sine yükselmiştir.[93] Atatürk’ün Döneminde Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri olmuştur.[94]

Dış politika

Ürdün Kralı I. Abdullah ile (1937)

Türkiye’yi ziyaret eden Birleşik Krallık Kralı VIII. Edward ile (4 Eylül 1936)

Atatürk ve resmi ziyaret kapsamında Ankara da bulunan Afganistan Kralı, Emanullah Han,(1928).

Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularının başlıklarını Musul sorunu, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti‘ne girişi, Balkan Antantı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Sadabat Paktı ve Hatay Sorunu oluşturmaktadır.

Atatürk dış politikasında gerçekçi davranmıştır.[95] Atatürk dış ilişkilerde dinamik ve gözü pektir; ama maceracı değildir.[95] Atatürk dış politikada kendisini hangi ilkenin yönettiğine dair “Biz kendimizi bilen kimseleriz. Olmayacak isteklerimiz yoktur[96]” olarak tanımlamıştır.[95] Atatürk İslamcılık, Türkçülük ve Turancılık akımlarının zararlı boyutlarına karşı Misâk-ı Millî ile çizmiş olan sınırlarda kalınmasını benimsemiştir.[95] 24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan antlaşmasını Atatürk diş politikada belirleyici bir unsur olarak tutmuş bu antlaşmada çizilen Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları büyük ölçüde (Hatay sorunu dışında) belirleyici olarak saptanmış, ekonomi açısından Lozan’ın kaldırdığı kapitülasyonlardan taviz verilmemiştir.[95] Atatürk’ün Lozan’ı temel almasının önemi geçen zaman içinde bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır; çünkü I. Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında yer alan bir ulusun çizdiği kavramlar o dönemden bugüne yürürlükte olan tek antlaşma olarak durmaktadır.[95]

Atatürk’ün sağlam kişiliğinin ve kararlı mizacının damgasını vurduğu ve tamamen millî bir karakter taşıyan dış politika uygulamaları günümüz için örnek alınacak pek çok temel niteliğe sahiptir.[97] Orta öğretimden itibaren askeri terbiye gören ve savaşlara katılan Atatürk’ün askerlik sonrası hayatında barışın idamesine uğraşmıştır. Ayrıca bu yolda örnek tutum ve davranışlar sergilemiştir. Bunları Atatürk’ün; “ Bizim kanaatimizce beynelmilel siyasi güvenliğin gelişmesi için ilk ve en mühim şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir” sözünde açıkça görebiliyoruz.[98]

Musul Sorunu

Lozan Antlaşması sırasında Türkiye-Irak sınırı çizilmemişti. Musul-Kerkük bölgesinde zengin petrol yataklarının bulunması İngiltere başta olmak üzere birçok ülkenin dikkatini çekiyordu. Zengin petrol yataklarının bulunduğu bölge, Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın imzalanması sırasında İngiltere tarafından işgal edilmişti. I. Dünya Savaşı‘nın bitmesinden sonra Irak’ta İngilizlere bağlı bir yönetim kurulmuş, bu ülke İngiliz mandası altına alınmıştı. Musul, nüfusunun çoğunun Türk olması sebebiyle Misak-ı Milli dahilindeydi. Ancak İngilizler zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgeyi bırakmaya yanaşmıyorlardı. Lozan Barış Antlaşması sırasında bu konuda bir sonuç alınamamış, sorunun daha sonra Türkiye ve İngiltere arasında çözülmesine karar verilmişti. 1924 yılında görüşmelere başlanmış fakat sonuç alınamamıştır. Daha sonra sorun Milletler Cemiyeti‘ne götürülmüştür. 1924 yılının Ekim ayında toplanan Milletler Cemiyeti de Türkiye-Irak sınırını çizmiş ve Musul bölgesini Irak tarafında bırakmıştır. 13 Şubat 1925’te ise Şeyh Sait İsyanı çıkmıştır.15 Nisan’da tamamen bastırılan ayaklanma İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkan Türk ordusu hırpalanmış, Musul-Kerkük üzerine askeri harekat yapma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu durumda Türkiye, 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle imzalanan Ankara Antlaşması gereğince bazı maddi çıkarlar karşılığı, Milletler Cemiyeti’nin öngördüğü sınırı kabul etmiştir.[99]

Türk-Yunan İlişkileri

Türk Yunan yakınlaşması için 1930 yılında Yunan başbakanı Elefterios Venizelos‘u Türkiye’ye davet ederek Milli Mücadele’nin düşmanı Yunanistan’la barışın temellerini attı. Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi 1923 yılında Lozan Antlaşması‘na ek protokol uyarınca Türkiye’deki Rumların Yunanistan’a, Yunanistan’daki Türklerin Türkiye’ye zorunlu göçüne karar verilmiştir. Türkiye’de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada’da, Yunanistan’da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır[100]. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. 1934’de Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü‘ne aday gösterildi. Ancak Nobel Ödül Komitesi değerlendirmeye almadı.

Milletler Cemiyeti

Türkiye 13 Nisan 1932 tarihinde yapılan Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nda Milletler Cemiyeti ile işbirliği yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine İspanya ve Yunanistan Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmesini teklif etmiştir. Türkiye’nin barışçı siyasetini gözlemleyen Milletler Cemiyeti bu teklifi 6 Temmuz 1932‘de genel kurulda oybirliği ile kabul etmiştir. Türkiye 18 Temmuz 1932’de bu cemiyete üye olmuştur. Milletler Cemiyeti’nin yerini 1945 yılından itibaren Birleşmiş Milletler almıştır.[101]

Balkan Antantı

Ana madde: Balkan Antantı

Balkan Antantını imzalayan devletler

Balkan Anlaşma Yasası, 9 Şubat 1934 tarihinde Atina‘da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan anlaşmadır.[102]

1933’te Almanya’da Nazi Partisi‘nin iktidara gelmesi, İtalya’nın Akdeniz’de ve Balkanlar‘da genişleme çabası ve Avrupa devletlerinin silahlanma yarışına girmesi dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda Balkan devletleri arasında bir yakınlaşma meydana geldi. 14 Eylül 1933 tarihinde Ankara‘da Türkiye ile Yunanistan Arasında İçten Anlaşma Yasası[103], 17 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaştırma Antlaşması[104], 27 Kasım 1933 tarihinde Belgrad‘da Türkiye – Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Yargısal Çözüm, Hakemlik ve Uzlaştırma Andlaşması imzalandı.[105]

Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Konferansı‘nda Türkiye ve İtilaf Devletleri arasında Boğazlar rejimiyle ilgili Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştı. 1923 yılında imzalanan anlaşmanın tarafları İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Sovyetler Birliği ve Türkiye’dir. Bu sözleşme sayesinde savaş ve barış zamanında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest olacaktı.[106]

İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla birlikte Avrupa’da birçok siyasi değişiklik oldu. Boğazların herhangi bir saldırıya karşı korunmasını üstlenen devletlerden İtalya, Habeşistan‘a saldırdı. Japonya ise kendi isteğiyle Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı. Dünya barışının korunması için toplanan konferanslar neticesiz kalmış, tüm devletler silahlanmaya başlamıştı.[106]

Siyasi ortamın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar meselesini kesin olarak çözmeye karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Lozan Antlaşması’ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini talep etti. Bunun üzerine İsviçre’nin Montreux şehrinde bir konferans toplanmış ve 20 Temmuz 1936’da Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyetler Birliği arasında Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Konferansa katılmamış olan İtalya daha sonra 2 Mayıs 1938’de Boğazlar Sözleşmesi’ne katılmıştır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin ana maddeleri şunlardır:[106]

  • Boğazlar kayıtsız şartsız Türk hakimiyetine bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.[106]
  • Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, ancak savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine izin verilmeyecektir.[106]
  • Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.[106]
  • Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti’ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.[106]
  • Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.[106]

Montreux Sözleşmesi 20 yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak bu sürenin dolmasından 2 yıl önce antlaşmanın taraflarından hiçbirisi sözleşmenin iptalini istemezse, sözleşme yürürlükte kalmaya devam edecekti. Montreux Sözleşmesi’nin 1956’da süresi dolduğu halde böyle bir iptal isteği hiçbir ülke tarafından yapılmadığı için hâlen yürürlüktedir.[106]

Sadabat Paktı

Ana madde: Sadabat Paktı

İtalya’nın doğu ülkelerini hedef alan istila politikası nedeniyle Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937‘de Tahran’da Sadabat Sarayı‘nda imzalanmıştır. Devletler antlaşma ile dostluk ilişkilerini sürdüreceklerini, Milletler Cemiyeti Paktı ve Briand-Kellog Paktı’na bağlı kalacaklarını, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını, birbirlerine saldırmayacaklarını, ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini belirtmişlerdir.[107]

Hatay Sorunu

Mondros Ateşkes Antlaşması‘ndan sonra İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlarca işgal edilmiştir. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştur.[108]

Yerel yasama meclisi Atatürk tarafından önerilen Hatay Devleti Bayrağı’nı kabul ettikten sonra Atatürk’ün gönderdiği telgraf

20 Ekim 1921‘de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.[109]

Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türk sınırları dışında kalmıştır.[110]

1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi.[111] Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “… Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun — Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu.[112] Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir.[113] 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir.[114] Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.[115]

Askeriye

Ana madde: Trakya Manevraları

1937 yılında yapılan Trakya Manevralarını bizzat denetlemiştir.[116]

Özel Hayatı

Doğum tarihi

1940 yılında Türkiye Cumhuriyeti Posta İdaresi’nce bastırılan ve Atatürk’ün doğum tarihinin 1880 olarak gözüktüğü posta pulu.

Atatürk’ün kesin doğum tarihi bilinmemektedir. Kendisi de bilmiyordu. Gregoryen takvimi 26 Aralık 1925’ten sonra Türkiye’de kullanılmaya başlanmıştır, doğum tarihi konusundaki karışıklık ise Osmanlı döneminde kullanılan iki takvimden doğmuştur. Bu dönemde kullanılan Hicri takvim ve Rumi takvimin ortak noktaları, Atatürk’ün kaydedilen doğum yılı olan 1296’nın yanında hicri veya rumi olduğunun belirtilmemesi, gregoryen takvimde ay ve yıla bağlı olarak 1880 veya 1881 yılından hangisine denk geldiğinin kesin olarak bulunmasını zor hale getirmiştir.[117] Faik Reşit Ünat araştırmaları sırasında Zübeyde Hanım’ın Selanik’teki komşularını ziyaret etmiş ve bu konuda sorular sormuştur. Aldığı cevaplar çelişmektedir, bazı komşular Atatürk’ün bir ilkbahar gününde doğduğunu söylerken bazı komşular ise kış günü (Ocak veya Şubat) olduğunu iddia etmişlerdir. Atatürk’ün kendisi, annesinin ona bir bahar gününde doğduğunu söylediğini, kız kardeşi Makbule Atadan ise annesinin ona Mustafa Kemal’in fırtınalı bir gecede doğduğunu söylediğini ifade etmişlerdir. Enver Behnan Şapolyo Zübeyde Hanım’ın 23 Kânunievvel 1296’da doğduğunu söylediğini belirterek Atatürk’ün 23 Aralık 1880’de doğduğunu öne sürmüş, Şevket Süreyya Aydemir ise bu tarihin 4 Ocak 1881 olduğunu iddia etmiştir. Şişli Atatürk Müzesi’nde gösterimde bulunan Atatürk’ün son nüfus cüzdanının üzerinde doğum tarihi kısmında 1881 görülebilir haldedir.[117] 1882 doğumlu olan Ali Fuat Cebesoy Şişli’deki evinde kendisinin “Rauf Bey’le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz.” diye konuşmasını kaynak göstererek “1881 tevellütlü” olduğunu yazmıştır.[118]

Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen 19 Mayıs tarihinin Atatürk’ün doğum günü olarak kabulü tarihçi Reşit Saffet Atabinen’in bir jestinin sonucudur. Atabinen’in ulusun doğuşu üzerine yaptığı bir jest 19 Mayıs’ın önemini iyi şekilde yansıttığı için Atatürk’ün takdirini kazanmıştır. İzleyen günlerde bir öğretmenin, planladıkları “Gazi” günü için Atatürk’ün doğum gününü sorması üzerine Atatürk tam tarihi bilmediğini söylemiş ve Gazi Günü için 19 Mayıs’ı önermiştir. Tevfik Rüştü Aras, Atatürk ile yaptıkları günler süren bir araştırmadan sonra doğum tarihi aralığını 10 Mayıs ve 20 Mayıs arasına daralttıklarını söyler. Atatürk bu araştırmadan sonra “neden 19 Mayıs olmasın” demiştir. Bu tarih resmi olarak halka ve diplomatik kanallarca diğer ülkelere bildirilmiştir. Ancak bu tarih ilginç bir durum yaratmıştır, 1881 yılının 19 Mayıs günü, Rumi takvimde 1297 yılına denk gelmektedir, ancak kaydedilmiş doğum tarihi Rumi 1296 yılıdır. Rumi 1296 yılı 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasında sürmüştür, bu sebeple alternatif olarak Atatürk’ün doğum tarihi 19 Mayıs 1880 olabilir. Bu sebeplerle ne tarih ne de yıl genel kabul görmemiştir. Mustafa Kemal Derneği eski başkanı Muhtar Kumral 13 Mart 1958’deki bir basın konferansında Atatürk’ün doğum tarihini Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın sözlerine dayanarak 13 Mart 1881 olarak belirlediklerini söylemiştir. Ancak Gregoryen 13 Mart 1881, Rumi 1 Mart 1297’ye denktir, Atatürk’ün doğum yılı ise 1296 olarak kayda geçmiştir, bu sebeple geçerlilik iddiası zan altındadır.[117]

Atatürk’ün Rumi 1296’da doğduğuna ilişkin kayıt bulunsa da, Atatürk’ün doğum gününü net olarak söyleyebilmek için gerekli miktarda kayıt bulunmamaktadır. Atatürk’ün doğum günü Gregoryen 1880 veya 1881’e denk geliyor olabilir. Atatürk’ün doğum günü, kendi onayıyla resmi olarak 19 Mayıs olarak belirlenmiştir. Bu gün Türk Kurtuluş Savaşı‘nın başlangıcı olması sebebiyle önem verdiği bir gündür.[117]

Nüfus Cüzdanı

993.815-B seri ve 51 sıra numaralı Nüfus Hüviyet Cüzdanı’nda Kamâl adı dikkat çekmektedir.

27 Mart 1923 tarihinde Ankara Nüfus Müdürlüğünce verilen nüfus cüzdanına göre, Boy: Orta, Saç: Sarı, Kaş: Sarı, Göz: Mavi, Burun: Adeta, Ağız: Adeta, Bıyık: Sarı, kesik, Sakal: Tıraş, Çene: Uzunca, Çehre: Uzunca, Renk: Beyaz, Alamet-i farika-i tabiiye: Tam, İsim ve şöhreti: Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Tarih ve mahall-i veladeti: Selanik, 1296, Pederinin ismiyle mahall-i ikameti: Tüccardan müteveffa Ali Rıza Efendi, Validesinin ismiyle mahall-i ikameti: Müteveffiye Zübeyde Hanımefendi, Sanat ve sıfat ve hizmet ve intihab selahiyeti: TBMM Reisi ve Başkumandan, Müteehhil ve zevcesi müteaddid olup olmadığı: Bir zevcesi vardır, Derecat ve sunuf-ı askeriyesi: Müşir, İkametgâh ise Hacı Bayram Mahallesi 161/1 idi.[119]

Yeni alfabenin kabulünden sonra yenilenmiş nüfus cüzdanlarından “993.814-B seri ve 51 sıra numaralı” cüzdanda adı: Kemal, soyadı Atatürk, “993.815-B seri ve 51 sıra numaralı” cüzdanda adı Kamâl, soyadı Atatürk, Meslek ve İçtimai vaziyeti: Reisicumhur, Medeni hali: Evli değildir, nüfus kütüğüne yazılı olduğu yeri ise Ankara Vilâyeti Çankaya Mahallesi Hane No. 139, Cilt: No. 56 ve Sahile No. 49 olarak yazılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk ölümünden 4 sene önce adını değiştirmiş ve nüfus cüzdanına “Mustafa” ismini eklememiş, “Kemal” ismini de Kamâl’ diye değiştirmiştir. Ayrıca Atatürk’ün nüfus kayıtı 27 Ocak 1933 tarihinde “Gaziantep Bey Mahallesi” olarak değiştirilmiştir.[120][kaynak güvenilir mi?]

Doğum yeri

“Atatürk’ün evi” Apostolu Pavlu Cad. No: 71, Aya Dimitriya Mah., Selanik, Yunanistan[121]

Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi (Bugünkü Apostolu Pavlu Caddesi No: 75, Aya Dimitriya Mahallesi, Selanik, Yunanistan)’nde bugün müze olan 3 katlı ve 3 odalı ve pembe boyalı evde doğdu. Şerafettin Turan’ın kitabında “Ahmet Subaşı ya da Hatuniye Koca Kasımpaşa semti” olarak geçmektedir.[122]

Ancak Atatürk’ün üvey kız kardeşi Ruhiye Hanım’ın torunu Ferhat Babür’ün aktardığına göre Atatürk’ün doğduğu ev olarak bilinen yandaki resimde gösterilen evdeki Selanik Konsolosluğu binası, Atatürk’ün doğduğu ev değildir. O ev, Zübeyde Hanım’ın ikinci kocası, yani Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey’in evidir.[123]

İsmi

Mustafa’ya neden “Kemal” isminin verildiğine yönelik çeşitli iddialar vardır. Afet İnan, bu ismi ona matematik öğretmeni Üsküplü Mustafa Efendi’nin “Kemal” adının anlamında olduğu gibi onun “mükemmel ve olgun” olduğunu göstermek için verdiğini söylemiştir.[124] Ali Fuat Cebesoy ise bu adı matematik öğretmeninin onu kendisinden ayırt etmek için koyduğunu belirtir.[125] Atatürk’ün bir biyografisini yazmış olan yazar Andrew Mango ise Mustafa’nın bu adı Namık Kemal‘in adında “Kemal” bulunduğu için kendisi koyduğunu iddia etmektedir.[126]

1922-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal’e Soyadı Kanunu ile birlikte TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarihli ve 2587 sayılı kanun ile kendisine “Türklerin Atası” anlamına gelen Atatürk ismi verilmiştir.[127] Yine aynı kanuna göre “Atatürk” soyadı veya öz adı başka kimse tarafından alınamaz, kullanılamaz.[128]

Atatürk, “Kemal” ismini 1935’te “Kamâl” olarak değiştirdi.[129] “Kamâl” adının Osmanlıcada “büyük kale” anlamına geldiği iddia edilmektedir.[130]

İlgileri

Atatürk Çankaya Köşkü‘ndeki kütüphanede 16 Temmuz 1929

Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi severdi. Tavla ve bilardo oynamak hoşuna giderdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgi duyuyordu. Sakarya adını verdiği atına ve köpeği Foks‘a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Çankaya Köşkü‘nde sık sık devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri verilirdi. Temiz ve düzenli giyinmeye önem verirdi. Doğayı çok severdi. Sıkça Atatürk Orman Çiftliği‘ne gider, modern tarıma geçiş amacıyla yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.[131]

Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard‘ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği “Türk Milleti’nin Özellikleri” konusunda Atatürk’ten yardım istedi. Atatürk; Afet İnan’ın önce kendi görüşlerini yazmasını ve fikirlerini daha sonra belirteceğini söyledi. Afet İnan’ın uzun çalışmasına karşılık, Atatürk kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine kendi tanımını yaptı.[121]

Şahsi ilişkileri

Mustafa Kemal ve Latife Hanım Adana,1923.

Mustafa Kemal Paşa ve Fikriye Hanım.

Mustafa Kemal ve eski eşi Latife Hanım

Sabiha Gökçen ile birlikte bir askerî tatbikatta, Metris, 28 Mayıs 1936

Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım’ın Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901) adında altı çocukları oldu.[132] Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında iken o senelerde salgın olan difteri o zamanki adıyla kuşpalazı hastalığından öldüler. En küçük kardeş Naciye, Mustafa Kemal’in Harp Okulu‘nu bitirdiği sene, on iki yaşındayken verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti. Makbule Hanım 1956 yılına kadar yaşadı.

Makbule Atadan ve Salih Bozok’a göre, küçük Mustafa 12 yaşındayken Binbaşı Rüknettin’in 8 yaşındaki kızı Müjgân’a âşık olmuştur. Makbule Atadan’a göre ikinci aşkı Hatice olmuş ve Hatice’nin annesi müdahale ederek ilişkisini kesmiştir. Ardından Selanik Askeri komutanı Şevki Paşa’nın 12 yaşındaki kızı Emine (Emine Arık)’ye matematik dersi verirken âşık olmuştur. Bunun dışında Selanik’teyken Rum asıllı tüccar Eftim Karinte’nin kızı Eleni Kriyas’a âşık olduğu söylendiyse de kanıtlanmamıştır.

Milli Mücadele döneminde Ankara İstasyon Binası’nda ve eski Çankaya Köşkü’nde Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Bey’in yeğeni Fikriye Hanım ile birlikte yaşıyordu.[133] Fikriye hanımı Almanya’ya gönderdikten sonra 29 Ocak 1923’te İzmir’in sayılı zenginlerinden Uşakizade Muammer Bey’in kızı Latife Hanım‘la evlendi. 1924’de yapılan Sonbahar Seyahati sırasında çift kavga etti ve Mustafa Kemal Paşa Erzurum‘dan İsmet Paşa’ya telgraf çekerek boşanacağını bildirdi. Ancak az sonra yaverleri Salih Bey (Bozok) ve Kılıç Ali Bey‘in aracılığıyla boşanmasından vazgeçti.[134][135] Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü.[136]

Atatürk’ün manevi evlatları Abdurrahim Tuncak, Afife, Zehra, Rukiye Erkin, Nebile İrdelp, Sabiha Gökçen, Afet İnan, Sığırtmaç Mustafa ve Ülkü Adatepe‘dir.[137]

1916 yılında Bitlis Rus işgalinden kurtarıldığı yıllarda 16. Kolordu Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, savaşta bütün aile fertlerini kaybeden ve kimsesi kalmayan Abdurrahim‘i evlatlık edindi. Abdürrahim bakılması için İstanbul’a annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule’nin yanına gönderildi.[138][139] Zehra Aylin veya Zehra Mehmet; (Amasyalı Mehmet’in kızı), 1936 yılında Londra‘dan ekspres treniyle Paris‘e yolculuk ederken Amiens yakınlarında trenden düşerek hayatını kaybetti. Sabiha Gökçen ise ilk Türk kadın pilot[140] ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu[141] oldu.

Ölümü

Anıtkabir

Atatürk’ün ölümünden sonra çekilen bir fotoğrafı, Dolmabahçe Sarayı.

Atatürk’ün sağlık durumu 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu. Avrupa‘dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi. Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09:05’te İstanbul Dolmabahçe Sarayı‘nda hayatını kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara’ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara’da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi‘ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan 15 yıl sonra da 10 Kasım 1953’te kendisi için yaptırılan Anıtkabir‘deki ebedi istirahatgahında toprağa verildi. Vasiyetinde varlığını Cumhuriyet Halk Fırkası‘na, Türk Tarih Kurumu‘na ve Türk Dil Kurumu‘na bıraktı, Makbule Atadan‘ın Çankaya’da oturmasını istedi, Sabiha Gökçen için ev ve para verilmesini istedi, ayrıca İsmet İnönü‘nün çocuklarına yurt dışı eğitim yardımı verdi.[142]

Hatırası

Türkiye’nin her şehrinde Atatürk heykelleri dikilmiştir. İtalyan heykeltraş Pietro Canonica tarafından İstanbul’da Taksim Meydanı’nda yapılmış olan Cumhuriyet Anıtı

Türkiye genelinde Atatürk’ün hatırasına inşa edilmiş pek çok yapıt bulunmaktadır: Atatürk Havalimanı, Atatürk Olimpiyat Stadı, Atatürk Barajı, Atatürk Köprüsü, Atatürk Üniversitesi, Atatürk Orman Çiftliği vb. gibi. Bunların haricinde ülke çapındaki pek çok okul, cadde, stat, hastane gibi kurum, kuruluş ve altyapıya Atatürk’ün adı veya isimlerinin varyasyonları verilmiştir: Mustafa Kemal Paşa Mahallesi, Atatürk Bulvarı, Kemaliye Sokak, Gazi Apartmanı vb. Bunun yanı sıra Atatürk’ün 100. doğum yıldönümüne (1981) ithafen 100. yıl adı da birçok kuruma verilmiştir. (Örnek: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi)

Türkiye’nin her il ve ilçe merkezinde Atatürk anıtları ve resmi kurumlarının girişinde Atatürk heykeli, büstü veya maskı vardır. Bunun yanı sıra bütün resmi makam odalarında ve birçok resmi çalışma ofisinde Atatürk büstü, maskı, resimleri, takvimleri, kalemlikleri vb. süs eşyaları vardır. Ayrıca Türkiye’de Atatürk rozeti, Atatürk imzası bulunan sticker, kravat iğnesi, yüzüğü vb. Atatürk temalı süs eşyası taşıyan birçok vatandaş görmek mümkündür.

Türkiye’deki bütün resmi ve özel okullarda bir Atatürk köşesi bulunmak zorundadır. Ayrıca ilköğretim ve lise kitaplarının başında ve her sınıfta da Atatürk resmi bulunmalıdır. Bunun yanı sıra örgün eğitimin bütün aşamasında Atatürk sevgisi ve inkılapları ayrı bir ders olarak ya da bazı derslerin bir bölümü olarak işlenir.

19 Mayıs tarihi Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye’nin yurdışı temsilciliklerinde Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak her yıl kutlanan bir millî bayramdır.

Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım tarihinde ölüm saati olan sabah 9:05’de Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’nin yurdışı temsilciliklerinde bir dakika boyunca halkın büyük bölümü saygı duruşunda bulunur, araçlar durur ve kesintisiz korna çalarlar.

Artvin yöresine ait bir halk oyunu olan ve eskiden “Artvin Barı” olarak bilinen Atabarı da 1936 yılında Atatürk’ün karşısında oynanan bu oyunu Atatürk’ün çok beğenmesi üzerine Atabarı olarak adlandırılmıştır.[143][144][145]

Ayrıca Dünya’nın farklı ülkelerinde de Mustafa Kemal Atatürk anısına anıtları dikilmiştir. Avusturalya Canberra’da, Romanya Bükreş’te, Küba Havana’da ve Şili’nin başkenti Santiago’da bu anıtlar görülebilmektedir.

Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun

5816 nolu kanun çerçevesinde Youtube’a erişim 2007’den 2010 yılına engellenmiştir

25 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen ve 31 Temmuz 1951 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlanarak yürürlüğe giren 5816 nolu Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret etmek ve Atatürk’ü temsil eden heykel, büst, abide vb. objeleri tahrip etmek veya kirletmek suç sayılmıştır.[146] Bu kanun, halk arasında daha çok Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak referans verilir.

Bu kanunun internet ortamında takibini yapmak için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı altında İnternet Bilgi İhbar Merkezi görevlendirilmiştir.[147]

Bu kanun çerçevesinde 2007 yılında YouTube, Geocities ve birçok blog sitesine Türkiye’den erişim engellenmiştir. 2010 yılının Kasım ayında bir Alman şirketinin YouTube’daki söz konusu videolarda kendisine ait bazı telif haklarının ihlal edildiğini iddia etmesi üzerine, Google şirketi Youtube’dan bu videoları kaldırmıştır. Bunun üzerine ilgili Türk mahkemesi de erişim engelini kaldırmıştır. Ancak kısa bir süre sonra şirketin iddialarının asılsız çıkması üzerine söz konusu videolar Youtube’da tekrar yayınlanmaya başlanmış ancak Mahkeme yeniden erişim engeli kararı almamıştır.[148]

2010 yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü 5816 nolu Atatürk’ü Koruma Kanununun Avrupa Birliğinin temel standartlarından biri olan basında ifade özgürlüğüne ters olduğunu iddia etmiştir.[149]

Türk lirası

1927’de dolaşıma çıkarılan ön yüzünde Atatürk’ün resminin yer aldığı banknot.

Cumhuriyet dönemindeki ilk kağıt paralar 1927‘de İngiltere’de basılmıştır. Bu yılda basılan 1, 5 ve 10 lirada Atatürk’ün resmi filigranda gözükmekteydi. Diğer paralarda ise Atatürk hem filigranda hem de resim olarak gözükmektedir. 1937’de tedavüle giren ilk Latin harfli paraların hepsinde ise Atatürk resimleri bulunmaktaydı.[150]

Ancak İsmet İnönü ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde paralardan Atatürk resimleri çıkarılmış yerine İnönü’nün resimleri konmuştur. 1951 yılında çıkarılan bir kanunla yaşayan kişilerin paraya resimlerinin basılması durdurulmuş ve tekrar bütün Türk paralarının önyüzüne Atatürk resmi basılmaya başlanmıştır.[151]

Bunun yanı sıra Cumhuriyet altınlarının ön yüzünde Atatürk kabartması bulunur.

Konusu olduğu diziler, filmler, belgeseller ve reklamlar

  • Sarı Zeybek: Can Dündar tarafından 1993’te çekilen belgesel, Atatürk’ün hayatının son 300 gününü, hastalığının öyküsünü anlatmaktadır.[152]
  • Cumhuriyet: Cumhuriyet dönemini konu alan ve Atatürk’ü Rutkay Aziz‘in canlandırdığı, 1998 yılında gösterime giren filmdir. Yönetmenliğini Ziya Öztan, senaristliğini ise Turgut Özakman yapmıştır.[154]
  • Mustafa: Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 70. yıldönümü için hazırlanan, Can Dündar‘ın yazıp yönettiği ve müziklerini Goran Bregovic‘in bestelediği filmdir.[155]
  • Dersimiz: Atatürk: İlkokul 5. sınıftaki bir grup çocuğun Atatürk’le ilgili ödevlerini yaparken çocuklardan birinin tarihçi dedesinin anlattıkları ve tarihin gerçekçi canlandırmalarını konu alan bir filmdir. 2009 yılında çekilen filmde Atatürk’ü Halit Ergenç canlandırmaktadır. Filmin senaryosu Turgut Özakman‘a aittir.[156]
  • Veda: Senaryosunu yazan, yönetmenliğini yapan ve müzikleri oluşturan Zülfü Livaneli‘dir. Filmde Atatürk’ü Fikret Kağan Olcay(6-7 yaş), Bartunç Akbaba(14-17 yaş), Sinan Tuzcu (20-40 yaş) ve Burhan Güven(-57 yaş) canlandırmaktadır.[157] Film 2010 yılında gösterime girmiştir.[158]

Türk lirası

Türk lirası

 

Türk lirası
Türk lirası (Türkçe)
1 Türk lirası
1 Türk lirası
ISO 4217 Kodu TRY (2005 yılından önce TRL)
Kullanıcı(lar) Türkiye Türkiye
Kuzey Kıbrıs KKTC
Enflasyon  % 7,80 (Türkiye, Ekim 2012)
Kaynak [1]
Altbirim  
1/100 Kuruş
Sembol
Madeni paralar  
Sıkça kullanılan 5kr, 10kr, 25kr, 50kr, Turkish lira symbol 8x10px.png1
Nadiren kullanılan 1kr
Banknotlar  
Sıkça kullanılan Turkish lira symbol 8x10px.png5, Turkish lira symbol 8x10px.png10, Turkish lira symbol 8x10px.png20, Turkish lira symbol 8x10px.png50, Turkish lira symbol 8x10px.png100
Nadiren kullanılan Turkish lira symbol 8x10px.png200
Merkez bankası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Website www.tcmb.gov.tr
Yazıcı TCMB Banknot Matbaası
Website www.tcmb.gov.tr
Türkiye ekonomisi

Flag of Turkey.svg

Para

Projeler

Şirketler

Türkiye’de turizm

Diğer Türkiye başlıkları

KültürEğitim
CoğrafyaTarihPolitika

Türk lirası (sembolü: ₺; ISO 4217 kodu: TRY), Türkiye‘de ve Kuzey Kıbrıs‘ta kullanılan para birimi. Türk lirasının alt birimi kuruştur. Türkiye’de para basma yetkisi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına aittir.[1]

Paradaki 0’ları atmak amacıyla 31 Ocak 2005’te geçici olarak tedavülden kaldırılmış ve yerine Yeni Türk lirası kullanılmaya başlanmıştır. YTL‘den TL’ye geçişin tamamlanması nedeniyle 1 Ocak 2009 tarihinde yeniden tedavüle girmiştir. Fakat 2009’da tedavüle giren paralarda YTL’de olduğu gibi 6 sıfır bulunmamaktadır. YTL’nin alt birimi Yeni Kuruş‘tur.

Bugüne kadar Türk lirasının önyüzünde sadece Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü‘nün resmi bulunmuştur. Ne var ki İsmet İnönü sadece cumhurbaşkanlığı döneminde (1938-1950) Türk lirasının ön yüzünde yer alabildi. Ayrıca Yunus Emre, II. Mehmed, Mehmet Akif Ersoy, ve Cahit Arf gibi Türk büyüklerinin resimleri ise Türk lirasının bazı emisyonlarının arkayüzünde yer almıştır.

Konu başlıkları

Tarihi

İlk lira Sultan Abdülmecid döneminde 5 Ocak 1843’te Osmanlı lirası adıyla basıldı. Kağıt para basılmadan önce kullanılan bu Osmanlı altın parasına Sarı lira denirdi. 2 Haziran 1854’te çeyrek lira ve 18 Şubat 1855’te de iki buçukluk ve beşibiryerdelerin basılmasına başlandı.[2]

Cumhuriyet‘in ilanından sonra 30 Aralık 1925 tarih ve 701 Sayılı Mevcut Evrak-ı Nakdiye’nin Yenileriyle İstibdaline Dair Kanun kabul edilerek ilk Türk banknotlarının bastırılmasına karar verilmiştir.[3]

1927’de dolaşıma çıkarılan ön yüzünde Atatürk’ün resminin yer aldığı banknot

Cumhuriyet dönemindeki ilk kağıt paralar 1927‘de İngiltere’de, Thomas de la Rue şirketi tarafından 88 bin İngiliz altınına basılmıştır. 1927’de harf devrimi henüz gerçekleşmediği için paraların üzerinde Latin harfleri yoktu. 1927 yılında basılan 1, 5 ve 10 lirada Atatürk’ün resmi filigranda gözükmekteydi. Diğer paralarda ise Atatürk hem filigranda hem de resim olarak gözükmektedir. İlk paraların üzerinde eski Türkçe ve Fransızca yazılar ile dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda‘nın imzası vardı. Paraların yeniden Latin harfleriyle piyasaya çıkması büyük bir masraf olduğu için 1927’de basılan paralar 1928’deki harf devriminden sonra da yıllarca yürürlükte kalmıştır. 1937’de tedavüle giren Latin harfli paraların hepsinde Atatürk resimleri bulunmaktaydı.[4]

Eylül 1927’den 11 Kasım 1938’e kadar basılan kağıt paraların üzerinde Mustafa Kemal’in resimleri yer almıştır. İsmet İnönü ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde Londra’ya haber verilerek basılmakta olan paralardan Atatürk’ün resimleri çıkarılmış yerine İnönü’nün resimleri konulmuştur. 1938 yılından 1951 yılına kadar paralarda İnönü’nün resimleri yer almıştır.[5]

Cumhuriyet‘in kuruluşundan günümüze kadar 9 emisyon grubunda 24 farklı değerde, 126 tertip banknot dolaşıma çıkarılmıştır. İlk altı emisyon grubundaki banknotların tamamı ile Yedinci Emisyon Grubundaki banknotların bir kısmı değişik tarihlerde dolaşımdan kaldırılmış ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin sonunda değerlerini yitirmiştir.

Simgesi

TCMB tarafından, Türk Lirası’nın itibarının perçinlenmesi ve dünyada bilinirliğinin artırılması amacıyla 8 Eylül 2011 tarihinde TL Simgesi Yarışması düzenlenmiş, yarışma sonucunda yeni simge belirlenerek 1 Mart 2012 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulmuştur.[6]

Tülay Lale’nin tasarımı yeni simge (Turkish lira symbol 8x10px.pngküçük), yarım çıpa halindeki L harfi içine yerleştirilmiş yukarı doğru çift çizgili küçük T harfinden oluşmaktadır. Çift çizgi doğu-batı köprüsü ve istikrarı, çıpa ise yükselişi ve güveni temsil eder.[7]

  • Ölçüler ve format

  • Türk lirası simgesi[8]

Emisyonlar

Birinci emisyon

Dönemin Maliye Bakanı Abdülhalik Renda başkanlığındaki komisyon tarfından 1, 5, 10, 50, 100, 500 ve 1.000 liralık kupürlerden oluşan banknotlar belirlenmiş; basım, bir İngiliz firması olan De La Rue[9] tarafından filigranlı kâğıtlara kabartma olarak basılmıştır.

Bu emisyon grubundaki banknotlar 1 Kasım 1928 Harf Devrimi‘nden önce bastırıldığı için ana metinleri Arapça, kupür değerleri ise Fransızca olarak yazılmıştır.

Bu banknotlar 5 Aralık 1927 tarihinde dolaşıma çıkarılmıştır. Tedavülde bulunan mevcut evrak-ı nakdiyeler ise, 4 Aralık 1927 tarihinden itibaren dolaşımdan çekilerek 4 Eylül 1928 tarihinde değerlerini yitirmişlerdir.

Birinci emisyon (E1 serisi) (1927)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E1 1 TL arka yüz.jpg E1 1 TL ön yüz.JPG 1 Lira 90 × 166 mm Zeytuni yeşil Meclis Binası, Ankara Kalesi, karasabanla çift süren bir köylü Eski Başbakanlık Binası 5 Aralık 1927 25 Nisan 1939
E1 5 TL ön yüz.jpg E1 5 TL arka yüz.JPG 5 Lira 94 × 170 mm Koyu mavi Ankara Kalesi, Bozkurt ve Meclis Binası Ak Köprü 5 Aralık 1927 15 Ekim 1937
E1 10 TL ön yüz.jpg E1 10 TL arka yüz.JPG 10 Lira 99 × 175 mm Eflatun Ankara Kalesi ve Bozkurt Ankara Kalesi‘nden bir görünüm 5 Aralık 1927 16 Mayıs 1938
E1 50 TL ön yüz.jpg E1 50 TL arka yüz.jpg 50 Lira 108 × 185 mm Kahverengi ve zeytuni yeşil Ortada bir motif, sağda Atatürk portresi Afyon şehrinden bir görünüm 5 Aralık 1927 1 Nisan 1938
E1 100 TL ön yüz.jpg E1 100 TL arka yüz.jpg 100 Lira 112 × 189 mm Zeytuni yeşil Atatürk portresi Bir köy resmi 5 Aralık 1927 1 Mart 1938
E1 500 TL ön yüz.jpg E1 500 TL arka yüz.jpg 500 Lira 120 × 194 mm Kahverengi ve sarı Solda Sivas Gökmedrese, sağda Atatürk portresi Sivas şehrinden bir görünüm 5 Aralık 1927 15 Haziran 1939
E1 1000 TL ön yüz.jpg E1 1000 TL arka yüz.jpg 1.000 Lira 124 × 201 mm Koyu mavi Atatürk portresi Sakarya demiryolu hattı 5 Aralık 1927 15 Haziran 1939
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

İkinci emisyon

3 Ekim 1931 tarihinde Merkez Bankası faaliyete geçmiş para basma yetkisi bu kuruluşa verilmiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulduktan sonra, harf devriminden önce basılan eski yazılı banknotlar, latin alfabesi ile basılmış yeni banknotlarla değiştirilmiştir.

Latin alfabesi ile hazırlanmış yeni banknotlar, 9 farklı değerde ve 11 tertipten oluşmaktadır. Söz konusu banknotlardan 50 Kuruşluk Almanya’da, diğerleri ise İngiltere’de bastırılmıştır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından dolaşıma ilk çıkarılan banknot olan 5 Türk Liralık banknotu da içeren İkinci Emisyon Grubu banknotlar, 1937-1944 yılları arasında tedavüle çıkarılmıştır.

İkinci Emisyon Grubu içinde hem Atatürk, hem de İnönü portreli banknotlar yer almaktadır.

Bu emisyon grubu içinde İngiltere’de bastırılan ancak, İkinci Dünya Savaşı sırasında banknotları Türkiye’ye getiren geminin Pire Limanında hücuma uğrayıp batması sonucunda denize dökülen İnönü resimli 50 Kuruşluk ve 100 Türk Liralık banknotlar ile yine İngiltere’de bastırılan ancak, Londra’daki bir hava hücumu sırasında basıldığı matbaa zarar gören 50 Türk Liralık banknotlar dolaşıma verilmemiştir.

İkinci emisyon (E2 serisi) (1937 – 1942)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
50 Kurus on.jpg 50 Kurus arka.jpg 50 Kuruş 55 × 125 mm Ön yüz : Sarı ve açık yeşil
Arka yüz : Yeşil ve kahverengi
İsmet İnönü‘nün portresi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Eski İdare Merkezi Binası 26 Haziran 1944 1 Ağustos 1947
1 Turk Lirası on.jpg 1 Turk Lirası arka.jpg 1 Lira 60 × 135 mm Mor Boğaziçi‘nden bir görünüm 25 Nisan 1942 1 Ağustos 1947
2 Bucuk Turk Lirası on.jpg 2 Bucuk Turk Lirası arka.jpg 2,5 Lira 65 × 145 mm Zeytuni yeşil Atatürk portresi Ankara Zafer Anıtı 25 Nisan 1939 15 Temmuz 1952
5 Turk Lirası on.jpg 5 Turk Lirası arka.jpg 5 Lira 70 × 155 mm Ön yüz : Mavi
Arka yüz : Yeşil
Güvenlik Anıtı 15 Ekim 1937 10 Kasım 1952
E-2 10 TL on.jpg E-2 10 TL arka.jpg 10 Lira 75 × 165 mm Kiremit rengi Ankara Kalesi‘nden bir görünüm 16 Mayıs 1938 2 Haziran 1952
E-2 50 TL on.jpg E-2 50 TL arka.jpg 50 Lira 80 × 175 mm Eflatun Ankara keçileri 1 Nisan 1938 2 Haziran 1952
E-2 100 TL on.jpg E-2 100 TL arka.jpg 100 Lira 85 × 185 mm Koyu kahverengi Çanakkale Boğazı‘ndan bir görünüm 1 Mart 1938 15 Ekim 1942
E-2 500 TL on.jpg E-2 500 TL arka.jpg 500 Lira 90 × 195 mm Zeytuni yeşil Rumelihisarı‘ndan bir görünüm 15 Haziran 1939 24 Nisan 1946
E2 500 TL on.jpg E2 500 TL arka.jpg İsmet İnönü‘nün portresi 18 Kasım 1940 24 Nisan 1946
E-2 Ataturk 1000 TL on.jpg E-2 Ataturk 1000 TL arka.jpg 1.000 Lira 95 × 205 mm Arduvaz mavisi Atatürk portresi Güvenlik Anıtı 15 Haziran 1939 24 Nisan 1946
E-2 İnonu 1000 TL on.jpg E-2 İnonu 1000 TL arka.jpg İsmet İnönü‘nün portresi 18 Kasım 1940 24 Nisan 1946
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Üçüncü emisyon

Tamamı İsmet İnönü portreli olarak bastırılmıştır. 1942-1947 yılları arasında dolaşıma çıkarılmıştır. 6 farklı değerde, 7 tertip olarak İngiltere, Almanya ve Amerika’da bastırılmıştır.

Üçüncü emisyon (E3 serisi) (1942 – 1947)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E-3 2,5 TL on.jpg E-3 2,5 TL arka.jpg 2,5 Lira 65 × 145 mm Eflatun ve kahverengi İsmet İnönü‘nün portresi Ankara Halkevi 27 Mart 1947 15 Temmuz 1952
E-3 10 TL on.jpg E-3 10 TL arka.jpg 10 Lira 65 × 155 mm Turuncu ve bej Mahalli giysiler içinde üç Türk köylü kadını 15 Ocak 1942 1 Nisan 1950
E-3 50 TL on.jpg E-3 50 TL arka.jpg 50 Lira 80 × 175 mm Ön yüz : Eflatun ve yeşil
Arka yüz : Eflatun
Ankara keçileri 25 Nisan 1942 1 Aralık 1951
E-3 100 TL on.jpg E-3 100 TL arka.jpg 100 Lira 75 × 175 mm Kahverengi Üzüm salkımı tutan kız 15 Ağustos 1942 25 Nisan 1946
E-3 500 TL on.jpg E-3 500 TL arka.jpg 500 Lira 85 × 185 mm Zeytuni yeşil Ankara Sanat Okulu’nda uygulamalı ders yapan öğrenciler 24 Nisan 1946 15 Nisan 1953
E-3 1000 TL on.jpg E-3 1000 TL arka.jpg 1.000 Lira 95 × 195 mm Mavi İzciler 24 Nisan 1946 15 Nisan 1953
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Dördüncü emisyon

2 farklı değerde, 3 tertip olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde bastırılmıştır. 1947 ve 1948 yıllarında dolaşıma çıkarılan banknotların tamamı İsmet İnönü portreli olarak bastırılmıştır.

Dördüncü emisyon (E4 serisi) (1947 – 1948)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E-4 10 TL on.jpg E-4 10 TL arka.jpg 10 Lira 75 × 165 mm Kırmızı İsmet İnönü‘nün portresi Sultan Ahmet Çeşmesi 17 Şubat 1947 2 Haziran 1952
E-4 100 TL on.jpg E-4 100 TL arka.jpg 100 Lira 83 × 181 mm Yeşil Rumelihisarı‘ndan bir görünüm 18 Temmuz 1947 10 Ekim 1952
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Beşinci emisyon

Beşinci Emisyon Grubu banknotlar, 7 farklı değerde, 32 tertip olarak basılmış ve 1951-1971 yılları arasında dolaşıma çıkarılmıştır.

Dolaşıma verilen banknotlar 1958 yılında Banknot Matbaası kuruluncaya kadar Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere veya Almanya‘da bastırılmış olup Türkiye‘de basılan ilk banknot Beşinci Emisyon Grubu III. Tertip 100 Türk Liralık banknottur. Halk arasında “Mor Binlik” olarak adlandırılan 1.000 Türk Liralık banknot da bu emisyon grubu içinde yer almaktadır.

Beşinci emisyon (E5 serisi) (1952 – 1971)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E-5 2,5 TL on.jpg E-5 2,5 TL arka.jpg 2,5 Lira 65 × 145 mm Kırmızımtrak eflatun Atatürk portresi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İdare Merkezi Ankara Eski Binası 15 Temmuz 1952 20 Ekim 1966
E-5 5 TL on.jpg E-5 5 TL arka.jpg 5 Lira 68 × 150 mm Mavi Fındık toplayan köylü kızları 10 Kasım 1952 8 Ocak 1968
E-5 10 TL on.jpg E-5 10 TL arka.jpg 10 Lira 71 × 155 mm Yeşil Edirne Meriç Köprüsü 2 Haziran 1952 4 Temmuz 1966
E-5 50 TL on.jpg E-5 50 TL arka.jpg 50 Lira 74 × 160 mm Kahverengi Ulus’taki Zafer Anıtı‘ndan bir figür 1 Aralık 1951 7 Mayıs 1979
E-5 100 TL on.jpg E-5 100 TL arka.jpg 100 Lira 80 × 170 mm Zeytuni yeşil Gençlik Parkı‘ndan bir görünüm 10 Ekim 1952 12 Nisan 1976
E-5 500 TL on.jpg E-5 500 TL arka.jpg 500 Lira 80 × 170 mm Kahverengi İstanbul Sultan Ahmet Camii, Dikilitaş ve Hipodrom 15 Nisan 1953 1 Eylül 1976
E-5 1000 TL on.jpg E-5 1000 TL arka.jpg 1.000 Lira 80 × 170 mm Eflatun Rumeli Hisarı‘ndan Boğaziçi’nin bir görünümü 15 Nisan 1953 7 Mayıs 1979
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Altıncı emisyon

E6 banknotlar 7 farklı değerde, 18 tertipten oluşmaktadır. 1966-1983 yılları arasında dolaşıma çıkarılan bu banknotlardan I. Tertip 20 Türk lirası İngiltere’de, diğerleri ise Türkiye’de basılmıştır.

Altıncı emisyon (E6 serisi) (1966–1983)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
5 Old TL obverse.jpg 5 Old TL reverse.jpg 5 Lira 135 × 60 mm Eflatun Atatürk portresi Manavgat Şelalesi‘nden bir görünüm 8 Ocak 1968 16 Mayıs 1983
10 Old TL obverse.jpg 10 Old TL reverse.jpg 10 Lira 140 × 65 mm Zeytuni yeşil Kız Kulesi 4 Temmuz 1966 21 Eylül 1981
20 Old TL obverse.jpg 20 Old TL reverse.jpg 20 Lira 143 × 66 mm Kırmızı Anıtkabir 15 Haziran 1966 21 Ağustos 1987
50 Old TL obverse.jpg 50 Old TL reverse.jpg 50 Lira 160 × 71 mm Açık kahverengi Topkapı Sarayı‘ndaki Mermer Çeşme 9 Nisan 1976 21 Ağustos 1987
100 Old TL obverse.jpg 100 Old TL reverse.jpg 100 Lira 170 × 77 mm Ön yüz : Yeşil
Arka yüz : Kahverengi
Ağrı Dağı 15 Mayıs 1972 5 Mayıs 1986
500 Old TL obverse.jpg 500 Old TL reverse.jpg 500 lira 170 × 80 mm Zeytuni yeşil ve mavi İstanbul Üniversitesi Girişi 1 Eylül 1971 15 Haziran 1984
E6 1.000 TL ön yüz.jpg E6 1.000 TL arka yüz.jpg 1000 lira 170 × 82 mm Mor Boğaziçi Köprüsü 29 Mayıs 1978 29 Eylül 1986
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Yedinci emisyon

1979 yılından itibaren dolaşıma verilmeye başlanan E7 grubu banknotlar 2002 yılı itibariyle; 15 farklı değerde, 36 tertipten oluşmaktadır. Banknotların tamamı Türkiye’de basılmıştır.

E7 Emisyon Grubu banknotlar 1 Ocak 2006 tarihinde tedavülden kaldırılmıştır.

1980’li yıllar serileri

Yedinci emisyon (E7 serisi) (1979 – 1989)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
10 Old Turkish lira.jpg 10 TL reverse.jpg 10 Lira 122 × 55 mm Pembe ve zeytuni yeşil Atatürk portresi Atatürk’e çiçek sunan çocuk öğrenci grubu 25 Aralık 1979 21 Ağustos 1987
100 TL obverse.jpg 100 TL reverse.jpg 100 Lira 131 × 61 mm Erguvan ve kahverengi Ankara Kalesi, Mehmet Âkif Ersoy‘un portresi, müze haline getirilen Ankara’daki evi ve İstiklâl Marşımızın ilk iki dörtlüğü 26 Aralık 1983 21 Ağustos 1989
500 TL obverse.jpg 500 TL reverse.jpg 500 Lira 140 × 72 mm Mavi İzmir Saat Kulesi 1 Temmuz 1983 21 Ağustos 1989
1000 TL obverse.jpg 1000 TL reverse.jpg 1 000 Lira 140 × 72 mm Mor Fatih Sultan Mehmed ve İstanbul 31 Mart 1986 3 Ağustos 1992
1. versiyon 1. versiyon 5.000 Lira 140 × 72 mm Kahverengi, oranj ve mavi Mevlana Müzesi ve Muhammed Celaleddin-i Rumi figürü 2 Kasım 1981 31 Ocak 1994
2. ve 3. versiyon 2. ve 3. versiyon 146 × 72 mm Kahverengi ve yeşil 29 Temmuz 1985 31 Ocak 1994
4. versiyon 4. versiyon Afşin Elbistan Termik Santrali 28 Mayıs 1990 31 Ocak 1994
10000 TL obverse.jpg E7 10 000 TL arka yüz.jpg 10 000 lira 146 × 72 mm Ön yüz : Mor ve yeşil
Arka yüz : Yeşil
Mimar Sinan ve Selimiye Camii 25 Ekim 1982 15 Aralık 1995
20000 TL obverse.jpg 20000 TL reverse.jpg 20 000 lira 152 × 76 mm Ön yüz : Bordo kırmızı
Arka yüz : Mor
Ankara Merkez Bankası Genel Müdürlük Binası 9 Mayıs 1988 9 Eylül 1997
50000 TL 1994 obverse.jpg 50000 TL 1994 reverse.jpg 50 000 lira 152 × 76 mm Yeşil Türkiye Büyük Millet Meclisi binası 15 Mayıs 1989 5 Kasım 1999
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

1990-2005 serileri

Yedinci emisyon (E7 serisi) (1990–2005)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
100000 lira obverse.jpg 100000 lira reverse.jpg 100 000 lira 158 × 76 mm Kahverengi ve yeşil Atatürk portresi Atatürk’e çiçek sunan öğrenci grubu 11 Kasım 1991 4 Kasım 2001
250000 TL obverse.jpg 250000 TL reverse.jpg 250 000 lira 158 × 76 mm Mavi Kızılkule 2 Ekim 1992 1 Ocak 2006
500000 TL obverse.jpg 500000 TL reverse.jpg 500 000 lira 160 × 76 mm Mor Çanakkale Şehitleri Anıtı 18 Mart 1993 1 Ocak 2006
1 Million TL obverse.jpg 1 Million TL reverse.jpg 1 000 000 lira 160 × 76 mm Bordo ve mavi Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santrali 16 Ocak 1995 1 Ocak 2006
5 Million TL obverse.jpg 5 Million TL reverse.jpg 5 000 000 lira 162 × 76 mm Pastel sarı ve yeşilimsi kahverengi Anıtkabir 6 Ocak 1997 1 Ocak 2006
10 Million TL obverse.jpg 10 Million TL reverse.jpg 10 000 000 lira 162 × 76 mm Ön yüz : Kırmızı
Arka yüz : Mavi ve kırmızı
Piri Reis Haritası 5 Kasım 1999 1 Ocak 2006
E7 20.000.000 ön yüz.jpg E7 20.000.000 arka yüz.jpg 20 000 000 lira 162 × 76 mm Yeşil Efes Antik Kenti 5 Kasım 2001 1 Ocak 2006
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Sekizinci emisyon

28 Ocak 2004 tarih ve 5083 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun” gereğince, Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen Türk lirasından 6 sıfır atma operasyonu kapsamında 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren dolaşıma verilmiştir. E8 Grubu banknotlar 6 farklı değerden oluşmaktadır. Bu banknotların tamamı Türkiye’de basılmıştır.

E8 Emisyon Grubu banknotlar 1 Ocak 2010 tarihinde tedavülden kaldırıldı.

Sekizinci emisyon (E8 serisi) (2005 – 2009)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
1 YTL ön.jpg 1 YTL arka.jpg 1 lira 160 × 76 mm Bordo ve mavi Atatürk portresi Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santrali 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
5 YTL ön.jpg 5 YTL arka.jpg 5 lira 162 × 76 mm Pastel sarı ve yeşilimsi kahve Anıtkabir 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
10 YTL ön.jpg 10 YTL arka.jpg 10 lira 162 × 76 mm Ön yüz : Kırmızı
Arka yüz : Mor ve kırmızı
Piri Reis Haritası 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
20 YTL ön.jpg 20 YTL arka.jpg 20 lira 162 × 76 mm Yeşil Efes 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
50 YTL ön.jpg 50 YTL arka.jpg 50 lira 152 × 81 mm Ön yüz : Turuncu
Arka yüz : Açık Kahverengi ve Turuncu
Kapadokya 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
100 YTL ön.jpg 100 YTL arka.jpg 100 lira 158 × 81 mm Mavi İshak Paşa Sarayı 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

1 Yeni Türk Liralık Banknotun Güvenlik Özellikleri

Bu madde Vikipedi standartlarına uygun değildir. Sayfayı Vikipedi standartlarına uygun biçimde düzenleyerek Vikipedi’ye katkıda bulunabilirsiniz. Gerekli düzenleme yapılmadan bu şablon kaldırılmamalıdır. (Haziran 2011)
1 YTL ön.jpg

1 YTL arka.jpg

Emniyet Şeridi

Arka yüzde kesik gümüşi çizgilerden oluşur. Banknot ışığa tutulduğunda düz bir hat şeklini alır ve her iki yüzden görülür. Üzerinde “TCMB” harfleri bulunur.

Bir YTL Emniyet Şeridi 1.gif Bir YTL Emniyet Şeridi 2.gif

Gizli görüntü

Banknotun yatay konumda, göz hizasında ışığa doğru tutulması halinde görülebilen “TC” harflerinden oluşan gizli görüntü.

Bir YTL Gizli Görüntü 1.gif Bir YTL Gizli Görüntü 2.gif

Filigran

Ön ve arka yüzde, banknot ışığa tutulduğunda görülebilen, Atatürk portresinin küçüğünden ve 1 rakamından oluşan filigran.

Bir YTL Filigran.gif

Bütünleşik görüntü

Banknot ışığa tutulduğunda, arka yüzdeki parçayla birbirini tamamlayan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası amblemi.

Ön Taraf Arka Taraf Bütünleşik Hali
Bir YTL Bütünleşik Görüntü Ön Taraf.gif Bir YTL Bütünleşik Görüntü Arka Taraf.gif Bir YTL Bütünleşik Görüntü.gif
Mikro yazı

Atatürk portresinin altındaki yatay şeridin altında büyüteçle okunabilen “BİR” yazısı.

Bir YTL Mikro Yazı.gif

Kabartma Baskı

Ön yüzde parmakla dokunulduğunda hissedilebilen kabartma baskı.

Kabartma Baskı 1 YTL.gif Bir YTL Kabartma Baskı.gif

Diğer güvenlik özellikleri
  • Ultraviyole ışık altında görülebilen kırmızı ve mavi renkte kılcal lifler.
  • Arka yüzün sol üst tarafında siyah, sağ alt tarafında kırmızı renkte basılı ve ultraviyole ışık altında parlayan seri ve sıra numaraları.
  • Ultraviyole ışık altında parlamayan özel banknot kağıdı.

Yeni Kuruş

Yeni kuruş (YKr), Yeni Türk lirasının 100’de biri değerinde olan para birimidir.

1 Ocak 2005 tarihinden itibaren tedavüle çıkmıştır ve değeri 10.000 Türk lirası 1.000.000 kuruşa eşittir. 1 Ocak 2009 tarihinde kuruşun tedavüle girmesi ile birlikte tedavülden kalkmıştır.

Değeri Ağırlığı (gr) Çapı (mm) Kalınlığı(mm) Kenar Özelliği Metal (%) Arka tarafı Ön tarafı
1 YKr 2,7 17 1,65 Düz Cu 70, Zn 30 1 YKr (arka) 1 YKr (ön)
5 YKr 2,95 17 1,7 Düz Cu 65, Ni 18, Zn 17 5 YKr (arka) 5 YKr (ön)
10 YKr 3,85 19,25 1,7 Düz Cu 65, Ni 18, Zn 17 10 YKr (arka) 10 YKr (ön)
25 YKr 5,3 21,5 1,9 Tırtıllı Cu 65, Ni 18, Zn 17 25 YKr (arka) 25 YKr (ön)
50 YKr 6,9 23,85 1,95 İri Şeklinde Tırtıl Halka:
Cu 81, Ni 4, Zn 15
Göbek:
Cu 75, Ni 15, Zn 10
50 YKr (arka) 50 YKr (ön)
1 YTL 8,3 26,15 1,95 Aralıklı Tırtıl Halka:
Cu 75, Ni 15, Zn 10
Göbek:
Cu 81, Ni 4, Zn 15
1 Lira (ön) 1 Lira (arka)

Dokuzuncu emisyon

5083 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun”un[10] 1’inci maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu Yeni Türk lirası ve Yeni Kuruş’ta yer alan “Yeni” ibarelerini kaldırmaya yetkili kılınmış olup “Yeni” ibarelerinin 1 Ocak 2009 tarihinde kaldırılmasına ilişkin söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı 5 Mayıs 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

E9 Emisyon Grubu Türk lirası banknotlar 4 farklı sık bulunan ve 2 farklı nadir bulunan ( 100 ve 200 TL ) kupürden oluşmaktadır. Banknotların tamamı Türkiye‘de basılmıştır.

Dokuzuncu emisyon (E9 serisi) (2009 >)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
New 5 TL Front.png New 5 TL Reverse.png 5 lira 64 × 130 mm Açık Mor Atatürk portresi Ordinaryüs Prof. Dr. Aydın Sayılı’ın bir portresi, güneş sistemi, atomun yapısı, DNA ve ilk çağ mağara resimleri 8 Nisan 2013  
10 Türk Lirası front.jpg 10 Türk Lirası reverse.jpg 10 lira 64 × 136 mm Kırmızı Ordinaryüs Prof. Dr. Cahit Arf’ın bir portresi, “Arf Değişmezi”nden alınan bir kesitin yanı sıra “aritmetik diziler, abaküs, sayılar ve bilgisayar teknolojisinin temeli olan sayısal sistemi belirten ikili (Binary) sayı sistemini ifade eden rakamlar 1 Ocak 2009  
20 Türk Lirası front.jpg 20 Türk Lirası reverse.jpg 20 lira 68 × 142 mm Yeşil Mimar Kemaleddin’in bir portresi, “Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası”nın çizgisel bir çalışması ile “kemer, dairesel motif ve mimarinin üç boyutlu yapısını simgelemek üzere küp, küre, silindir” gibi formlar 1 Ocak 2009  
50 Türk Lirası front.jpg 50 Türk Lirası reverse.jpg 50 lira 68 × 148 mm Turuncu Fatma Aliye Topuz’un bir portresi, “hokka, tüy kalem, kâğıt ve kitap” gibi figürler ile kadın zerafetini simgeleyen “çiçek” motifleri 1 Ocak 2009  
100 Türk Lirası front.jpg 100 Türk Lirası reverse.jpg 100 lira 72 × 154 mm Mavi Itri’nin bir portresi, “notalar, kudüm ve ud gibi enstrümanlar” ile Itri’nin Mevlevi kişiliğine uygun olarak “ney üfleyen Mevlevi dervişi” figürü 1 Ocak 2009  
200 Türk Lirası front.jpg 200 Türk Lirası reverse.jpg 200 lira 72 × 160 mm Mor Yunus Emre’nin bir portresi, “Yunus Emre’nin anıt mezarı, dizelerinde yer verdiği gül motifi, barışı ve kardeşliği simgeleyen güvercin motifi ile felsefesini en iyi vurgulayan ‘Sevelim, Sevilelim’ dizesi 1 Ocak 2009  

İngiliz sterlini

İngiliz sterlini

 

Sterling Bölgesi; Kırmızı: Halen kullananlar Koyu Kırmızı: 1972’den sonra bırakanlar (sadece İrlanda) Koyu pembe: 1972’de bırakanlar Pembe: 1972’den önce bırakanlar

İngiliz sterlini (İngilizce: Pound sterling), Birleşik Krallık‘ta kullanılan para birimi. Sembolü £ olan sterlin, Türkçede lira (İngilizce: pound) olarak da adlandırılır.

Uluslararası para kodu “GBP”dir (GBP = Great Britain Pound).

Banknotlar

5 İngiliz Sterlini

10 İngiliz Sterlini

20 İngiliz Sterlini

50 İngiliz Sterlini

Madeni Paralar

1 Penny

2 Pens

5 Pens

10 Pens

20 Pens

50 Pens

1 Pound

2 Pound

Euro

Euro

 

Banknotlar

1 Euro sentinin ön yüzü

Avrupa Birliği
European stars.svg
Bu makale serisinin bir parçasıdır:
Avrupa Birliği siyaseti

Euro ya da Avro (€, Euro; Ευρώ, Евро) (Almanca okunuşu: Oyro, Fransızca okunuşu: Öro, İngilizce okunuşu: Yuro), Avrupa Birliği‘ne 27 ülkenin üyesinden 17’si ile 3 Avrupa ülkesinin daha resmi olarak kullandıkları ortak para birimi. Türkçesi Avro olmasına rağmen genellikle Euro şeklinde de yazılır ve okuyan kişinin yatkın olduğu Batı Avrupa diline göre yuro, öro veya oyro şeklinde okunabilir.

Euro’nun yönetimi Avrupa Merkez Bankalar Sistemi‘nce (AMBS) yapılır. AMBS, Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve Euro bölgesinde yer alan ülkelerin merkez bankalarından oluşur. Merkezi Almanya‘nın Frankfurt şehri olan AMB, para politikalarının belirlenmesinde tek yetkili kurumdur. AMBS’nin diğer üyeleri kâğıt ve madeni para basma, bunları dağıtma ve Euro bölgesi ödeme sisteminde işlem yapma haklarını elinde bulundurur.

Euro’ya geçen hemen hemen her ülkede bu süreç biraz sancılı olmuştur. Yeni para biriminin yürürlüğe girmesinden sonra tüketici fiyatlarında hissedilir artışlar görülmüştür. Örneğin ekonomisi oldukça iyi olan Almanya’da 1 DM çoğunlukla yaklaşık karşılığı olan 0,50 Eurocent yerine 1 Euro olarak çevrilmiştir, bu da toplamda büyük bir alım gücü düşmesine sebep olmuştur. Euro’ya geçiş zamanında ekonomisi en kötü Avrupa Birliği üyelerinden olan Yunanistan’da ise Euro’ya geçiş vahim ekonomik sonuçlara yol açmıştır.

Konu başlıkları

Euro kelimesinin kökeni

Avrupa uygarlığının beşiğine gönderme yapılarak Yunan Epsilon harfinden esinlenilmiştir. Sembol, Europe kelimesinin ilk harfine Euro’nun istikrarını simgeleyen iki paralel çizginin çekilmesi ile meydana gelmiştir.

Euro Alanı

European union emu map en.png
Bu altbaşlığın ana makalesi: Euro Alanı

Avrupa Birliği’nin tüm üyeleri Euro kullanmaz. Euroya geçen ülkeler şunlardır: Bu ülkelerin bütününe genelde Euro Alanı veya Euro Bölgesi adı verilir.

Madeni para

€ 0,01 € 0,02 € 0,05 € 0,10 € 0,20 € 0,50 € 1,00 € 2,00

Ayrıntılar

Banknotlar

Değeri Renk Uzunluk (mm) Genişlik (mm) Ön tarafı Arka tarafı
€ 5 gri 120 62
€ 10 kırmızı 127 67
€ 20 mavi 133 72
€ 50 turuncu 140 77
€ 100 yeşil 147 82
€ 200 sarı 153 82
€ 500 mor 160 82

AB üyesi olmayıp Euro kullananlar

 Monako,  San Marino ve  Vatikan AB üyesi olmamasına karşın, yapılan anlaşmalar çerçevesinde Euro kullanmaktadır.  Andorra,  Karadağ ve  Kosova ise AB ile herhangi bir anlaşma yapmaksızın Euro kullanmaya başlamıştır.

AB üyesi olup Euro kullanmayanlar

 Danimarka,  İsveç ve  Birleşik Krallık, Maastricht Anlaşması‘nda yeralan ayrıklıklara (istisnalara) dayanarak Euro’ya geçmeyen AB üyeleridir. Bu ülkelerin hükümetleri bu konuda karar vermedikçe ya da halk oylaması sonuçları bu yönde olmadıkça, AB tarafından yasal bir baskıyla karşılaşmazlar.

28 Eylül 2000‘de Danimarka’da yapılan halk oylamasına göre, oy verenleri %53,2’si Euro’ya geçmeye karşı çıktı.

İsveç‘in Euro konusunda hiçbir ayrıklığı olmamasına karşın, bu ülkede gerçekleştirilen halk oylamaları Euro’ya geçişi engeller durumdadır. 14 Eylül 2003‘teki halk oylamasına göre, oy kullananların %56,1’i Euro’ya ‘hayır’ derken, %41,8’i ‘evet’ dedi.

Ayrıca 1 Mayıs 2004’te ve 1 Ocak 2007’de üye olan ülkelerin büyük çoğunluğu da Euro’ya henüz geçememiştir. Ayrıca Türkiye de 2009 başında, Euro’yla tasarım yönünden birçok benzerlik taşıyan “Türk Lirası”nın 9. emisyonuna geçmiştir.

Döviz Kod Oran Euro alanına
girme tarihi
Leton latı LVL 0.702804 01.01.2012
Polonya zlotisi PLN 01.01.2012
Litvanya litası LTL 3.45280 01.01.2013
Macar forinti HUF 01.01.2013
Rumen leyi RON 01.01.2014
Bulgar levi BGN 1.95583 01.01.2015
Çek korunası CZK 01.01.2015
Danimarka kronu DKK 7.46038
İsveç kronu SEK
İngiliz sterlini GBP

Ekonomi ve para birliği

Avrupa Bölgesi Paraları
Eski para birimi Kısaltması Euro kuru Sabitlenme tarihi EMU III’e giriş yılı
Avusturya Avusturya şilini ATS 13.7603 31/12/1998 1999
Belçika Belçika frankı BEF 40.3399 31/12/1998 1999
Hollanda Hollanda guldeni NLG 2.20371 31/12/1998 1999
Finlandiya Fin markkası FIM 5.94573 31/12/1998 1999
Fransa Fransız frankı FRF 6.55957 31/12/1998 1999
Almanya Alman markı DEM 1.95583 31/12/1998 1999
İrlanda İrlanda lirası IEP 0.787564 31/12/1998 1999
İtalya İtalyan lireti ITL 1936.27 31/12/1998 1999
Lüksemburg Lüksemburg frankı LUF 40.3399 31/12/1998 1999
Portekiz Portekiz esküdosu PTE 200.480 31/12/1998 1999
İspanya İspanyol pesetası ESP 166.386 31/12/1998 1999
Yunanistan Yunan drahmisi GRD 340.750 31/12/1998 2001
Slovenya Slovenya toları SIT 239.640 11/07/2006 2007
Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıs lirası CYP 487,369 10/07/2007 2008
Malta Malta lirası MTL 0.429300 10/07/2007 2008
Slovakya Slovak korunası SKK 30.1260 08/07/2008 2009
Estonya Estonya kronu EEK 15.6466 13/07/2010 2011